14 Ocak 2014 Salı

YEDİNCİ VE SON GÖZLEM

Karl Marx
İktisatçıların bir tek işlem biçimi vardır. Onlar için ancak, iki tür kurum vardır, yapay ve doğal. Feodalizmin kurumları yapay kurumlar, burjuvazininkiler ise doğal kurumlardır. Bu durumlarıyla, kendileri gibi iki tür din kuran tanrıbilimcilere benziyorlar. Kendilerinin olmayan her din insan icadı, kendilerininki ise Tanrıdan çıkma. İktisatçılar bugünkü ilişkilerin –burjuva üretim ilişkilerinin– doğal olduklarını söylerlerken, zenginliği yaratmış olan ve üretici güçleri doğanın yasalarına uygun olarak geliştirmiş bulunan ilişkilerin bugünkü ilişkiler olduğunu söylemek istiyorlar. Bundan ötürü bu ilişkiler, zamanın etkisinden bağımsız, doğal yasalardır. Bunlar, her zaman toplumu yönetmekle yükümlü ölümsüz yasalardır. İşte bundan ötürüdür ki, bir zamanlar varolan tarih, bundan böyle yoktur. Tarih bir zamanlar vardı, çünkü feodalizmin kurumları içinde, iktisatçıların doğal ve bundan ötürü de ölümsüz diye geçiştirdikleri burjuva toplum ilişkilerinden tamamen farklı ilişkiler buluyoruz. 

Feodalizmin de bir proletaryası vardı – toprak köleliği, ki burjuvazinin bütün tohumlarını içeriyordu. Feodal üretimin de, sonunda iyi yanı altedenin hep kötü yan olduğu olgusuna bakmaksızın, feodalizmin iyi yanı ve kötü yanı diye belirtilen uzlaşmaz karşıtlıkta iki öğesi vardı. Bir savaşım sağlayarak tarihi yapan hareketi üreten, kötü yandır. Feodalizmin egemen olduğu çağdaki şövalyelik erdemlerine haklar ile görevler arasındaki güzel uyumluluğa, kentlerin ataerkil yaşamına, kırsal bölgelerdeki ev sanayiinin bolluk koşullarına, korpörasyonlar, loncalar ve dernekler içinde örgütlenmiş sanayinin gelişmesine, kısacası feodalizmin iyi yanını oluşturan her şeye karşı duydukları coşku ile, iktisatçılar, bu manzara üzerine gölge düşüren her şeyi – toprak köleliğini, ayrıcalıkları, anarşiyi– tasfiye etmeye kalkışsalardı ne olacaktı? Savaşıma yolaçan bütün öğeler yok edilmiş ve burjuvazinin gelişmesi daha başından önlenmiş olacaktı. 

Burjuvazinin zaferinden sonra feodalizmin iyi yanı ya da kötü yanı diye bir sorun kalmamıştı artık. Burjuvazi, feodalizm altında geliştirmiş olduğu üretici güçleri elegeçirmişti. Bütün eski ekonomik biçimler, bunlara tekabül eden insan ilişkileri, eski uygar toplumun resmî ifadesi olan politik devlet paramparça edilmişti. 

Demek ki, doğru yargılamak gerekirse, feodal üretim, çelişki üzerine kurulmuş bir üretim biçimi olarak görülmelidir. Zenginliğin bu çelişki içinde nasıl üretildiği, üretici güçlerin sınıf çelişkileriyle birlikte aynı zamanda nasıl geliştirildikleri, sınıflardan birinin, yani toplumun kötü yanının, sakıncasının, kendi kurtuluşu için gerekli maddi koşulların tam olgunluğa erişmesine dek büyümesini nasıl sürdürdüğü gösterilmelidir. Bu, üretim biçiminin, içinde üretici güçlerin geliştirildiği ilişkilerin asla ölümsüz yasalar olmadıklarını, bu yasaların insanların ve onların üretici güçlerinin belirli bir gelişme düzeyine tekabül ettiklerini, ve insanların üretici güçlerindeki bir değişikliğin, zorunlu olarak, üretim ilişkilerinde de bir değişiklik yaratacağını söylemekle aynı şey değil midir? Temel sorun, uygarlığın meyvelerinden, kazanılmış üretici güçlerden yoksun kalmamak olduğuna göre, bunların içinde üretilmiş bulundukları, geleneksel biçimler yok edilmelidirler. İşte bu andan sonra, devrimci sınıf, artık tutucu olur. 

Burjuvazi, işe, feodal dönemin proletaryasının[33] kalıntısı bir proletarya ile başlar. Kendi tarihsel gelişim süreci içinde burjuvazi, ilkönceleri azçok gizli ve yalnızca belli belirsiz bir biçimde varolan çelişik niteliğini zorunlu olarak geliştirir. Burjuvazi geliştikçe, onun bağrında yeni bir proletarya, modern bir proletarya gelişir; proleter sınıfla burjuva sınıf arasında bir savaşım gelişir. Hissedilmezden önce her iki tarafça da farkedilen, takdir edilen, anlayışla karşılanan, kabullenilen ve yüksek sesle açığa vurulan bu savaşım, kendisini, başlangıçta yalnızca kısmi ve anlık çatışmalarda, yıkıcı eylemlerde gösterir. Öte yandan, başka bir sınıfa karşı bir sınıf oluşturdukları için modern burjuvazinin aynı çıkarlara sahip olan bütün üyeleri, birbirleri ile karşı karşıya geldikleri için de, karşıt, uzlaşmaz çıkarlara sahiptirler. Bu çıkar karşıtlığı, kendi burjuva yaşamlarının ekonomik koşullarından doğar. Böylece, burjuvazinin içinde hareket ettiği üretim ilişkilerinin basit, tekdüze bir niteliğe sahip olmayıp, ikili bir niteliğe sahip oldukları; zenginliğin üretildiği aynı ilişkiler içinde yoksulluğun da üretildiği; üretici güçlerin bir gelişme gösterdiği aynı ilişkiler içinde engelleyici bir gücün de bulunduğu; bu ilişkilerin burjuva zenginliğini, yani burjuva sınıfının zenginliğini, ancak bu sınıfın tek tek üyelerinin zenginliklerini sürekli yok ederek ve durmaksızın büyüyen bir proletarya yaratarak ürettiği, her geçen gün biraz daha açığa çıkmaktadır. 

Bu çelişik nitelik ne denli açığa çıkarsa, iktisatçılar da, burjuva üretiminin bu bilimsel temsilcileri de, kendilerini, o denli kendi teorileri ile çatışma halinde bulurlar ve ortaya değişik okullar çıkar. 

Burjuvaların, zenginlik elde etmelerinde onlara yardımcı olan proleterlerin acılarına pratikte kayıtsız kalmaları gibi, burjuva üretiminin sakıncaları diye adlandırdıkları şeylere de aynı biçimde teorilerinde kayıtsız kalan kaderci iktisatçılar var. Bu kaderci okul içinde klasikler ve romantikler yer alıyor. Adam Smith ve Ricardo gibi klasikler, feodal toplumun kalıntılarına karşı hâlâ savaşım vermekle birlikte, yalnızca feodal izler taşıyan üretim ilişkilerini temizlemeye, üretici güçleri artırmaya ve sanayie ve ticarete yeni bir hız vermeye çalışan bir burjuvaziyi temsil ederler. Bu savaşımda yeralan ve bu ateşli çaba içine çekilen proletarya, yalnızca geçici, rasgele sıkıntılar tadar ve kendisi de bunlara bu gözle bakar. Bu evrenin tarihçileri olan Adam Smith ve Ricardo'nun burjuva üretimi içinde zenginliğin nasıl elde edildiğini göstermekten, bu ilişkileri, kategoriler, yasalar biçiminde formüle etmekten ve zenginliğin üretilmesinde bu yasaların, bu kategorilerin feodal toplumun yasa ve kategorilerine oranla nasıl daha üstün olduklarını göstermekten başka bir görevleri yoktur. Onların gözünde sefalet, doğada olduğu gibi sanayide de, her doğumun getirdiği sancılardan ibarettir. 

Romantikler, burjuvazinin proletaryaya doğrudan karşıt olduğu, sefaletin zenginliğe eşit bollukta yaratıldığı bizim çağa aittirler. Şimdiyse iktisatçılar, bulundukları yüksek yerden, zenginlik üreten insan makinelerine tepeden kibirli bakışlar fırlatan, hiçbir şey karşısında şaşırmayan kaderci kişi pozları takınıyorlar. Bunlar, öncülleri tarafından verilmiş bütün gelişmeleri kopya ediyorlar ve öncüllerinde yalnızca saflıktan ibaret olan kayıtsızlık, bunlarda hoppalık biçimini alıyor. 

Bir de bugünün üretim ilişkilerinin kötü yanının onların yüreklerini sızlattığı insancıl okul vardır. Bu okul, vicdanını rahatlatma yoluyla, az da olsa, gerçek karşıtlıkları hafifletmeye çalışır; proletaryanın sıkıntılarına, burjuvaların kendi aralarındaki azgın rekabete içtenlikle taraftar değildir; işçilere ağırbaşlı olmalarını, çok çalışmalarını ve az çocuk sahibi olmalarını öğütler; burjuvalara da üretimde akla yatkın bir çaba göstermelerini salık verir. Bu okulun tüm teorisi, teoriyle pratik arasında, ilkelerle sonuçlar arasında, fikirle uygulama arasında, biçimle içerik arasında, öz ile gerçek arasında, hukukla olgu arasında, iyi yanla kötü yan arasında sonu gelmez ayrımlar yapmaya dayanır. 

İyiliksever okul, insancıl ekolün yetkinliğe ulaştırılmış biçimidir. Bu okul, uzlaşmaz karşıtlık zorunluluğunu yadsır; bütün insanları burjuva yapmak ister; teoriyi, pratikten ayrıldığı ve hiçbir uzlaşmaz karşıtlık içermediği sürece gerçekleştirmek ister. Fiilî gerçeklerde her an karşılaşılan çelişkileri soyutlamanın teorik olarak kolay olduğunu belirtmeye gerek yok. Böylece bu teori, idealleştirilmiş gerçek halini alacaktır. Demek ki, iyilikseverler, burjuva ilişkilerini ifade eden kategorileri, onları oluşturan ve onlardan kopmaz olan uzlaşmaz karşıtlık olmaksızın alıkoymak isterler. Burjuva pratiği ile ciddi olarak savaştıklarını sanırlar, oysa başkalarından daha burjuvadırlar. 

iktisatçılar hasıl burjuva sınıfının bilimsel temsilcileriyseler, sosyalistler ve komünistler de proleter sınıfın teorisyenleridirler. Proletarya bir sınıf olarak kendisini oluşturacak ölçüde henüz yeterince gelişmediği sürece, ve bunun sonucu proletaryanın burjuvaziyle olan savaşımı henüz politik bir nitelik almadığı sürece, ve üretici güçler, proletaryanın kurtuluşu ve yeni bir toplumun kurulması için gerekli maddi koşulları bir an için görmemizi sağlayacak ölçüde burjuvazinin bağrında henüz yeterince gelişmediği sürece, bu teorisyenler, ezilen sınıfların isteklerini karşılamak üzere sistemler uyduran ve canlandırıcı bir bilim bulmaya çalışan ütopyacılardır ancak. Ama tarih ilerledikçe ve onunla birlikte proletarya savaşımının çizgileri daha da belirginleştikçe, bunların kafalarının içinde bilim aramalarına artık gerek kalmaz; gözlerinin önünde olup biteni saptamaları ve bunun sözcüsü durumuna gelmeleri yeterlidir. Bilim aradıkları ve sistemler kurmakla kaldıkları sürece, savaşımın başlangıcında kaldıkları sürece sefaletin içinde sefaletten başka bir şey bulamazlar, sefaletin içinde eski toplumu alaşağı edecek devrimci, yıkıcı yönü göremezler. Tarihsel hareketin bir ürünü olan bilim, bir andan sonra kendisini bilinçli olarak tarihsel hareketle birleştirmiş, doktriner olmaktan çıkmış ve artık devrimci olmuştur. 

Biz, M. Proudhon'a dönelim. 

Her ekonomik ilişkinin bir iyi ve bir de kötü yanı vardır; bu, M. Proudhon'un kendi kendisini aldatmadığı tek noktadır. İyi yanın iktisatçılarca açıklandığını; kötü yanın da sosyalistlerce suçlandığını görüyor. İktisatçılardan ölümsüz ilişkilerin zorunluluğunu; sosyalistlerden de, sefalet içinde sefaletten başka bir şey görmeme kuruntusunu alıyor. Bilimin otoritesine dayanmayı arzulamak konusunda her ikisiyle de anlaşıyor. Onun gözünde bilim, kendisini, bir bilimsel formülün yetersiz boyutlarına indirger; o, formüller arayışı içinde olan bir kimsedir. M. Proudhon, hem ekonomi politiği ve hem de komünizmi eleştirmiş olmakla işte böyle övünüyor: oysa durduğu yer, her ikisinin de çok aşağısındadır. İktisatçıların aşağısmdadır, çünkü elinin altında sihirli bir formül bulunan bir filozof olarak saf ekonomik ayrıntılara girmekten sakınabileceğim sanmıştır; sosyalistlerin aşağısındadır, çünkü düşünce planında bile olsa, burjuva görüş ufkunun ötesine geçecek ne cesarete, ne de kavrayışa sahiptir. 

Sentez olmayı arzular, oysa birleşik bir yanılgıdan ibarettir. 

Bilim adamı olarak, burjuvaların ve proleterlerin üstünden süzülerek uçmayı arzular; oysa, sermayeyle emek, ekonomi politikle komünizm arasında ileri geri fırlayıp duran küçük-burjuvadır yalnızca. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.