14 Ocak 2014 Salı

REKABET VE TEKEL

Karl Marx
Rekabetin iyi yanı 

{ İş için rekabet, bölünme kadar önemlidir. ... Bu eşitliğin sağlanması için gerektir. [I, 186, 188.]

Rekabetin kötü yanı 

{ İlke, kendi kendini yadsımasıdır. En kesin sonucu, ardından sürüklediklerini yok etmesidir. [I, 185.1..]


Genel düşünce 

{ İzinden gelen sakıncalar, tıpkı sağladığı iyilik gibi ... her ikisi de, ilkenin mantıksal sonuçlarıdırlar. [I, 185-186.]


Çözülmesi gereken sorun 

{ Uyum ilkesini aramak, ki bizzat özgürlükten daha üstün bir yasadan türetilmelidir. [I, 185.]


FARKLI BİÇÎM

Demek ki, burada rekabeti yok etmek diye bir sorun olamaz, bu, özgürlüğü yok etmek kadar olanaksız bir şeydir; yapacağımız tek şey, onun dengesini, güvenliğini de diyebilirim, bulmaktır. [I, 223.]


***


M. Proudhon, rekabetin yerine yarışma koymak isteyenlere[40] karşı rekabetin ölümsüz gerekliliğini savunmakla girişiyor işe. 

Amaçsız yarışma diye bir şey yoktur ve "her tutkunun hedefi, zorunlu olarak, tutkunun kendisine benzer bir şey olduğundan –aşık için kadın, muhteris için iktidar, cimri için altın, şair için antoloji– sınai yarışmanın hedefi de, zorunlu olarak, kârdır. Yarışma, rekabetin kendisinden başka bir şey değildir." [I, 187.] 

Rekabet, kâr amacıyla yapılan yarışmadır. Sınai yarışma, ille de kâr amacıyla yapılan yarışma, yani rekabet midir? M. Proudhon bunu doğrulayarak tanıtlıyor. Gördük ki, ona göre doğrulamak, tanıtlamak demektir. Tıpkı varsaymanın yadsımak olması gibi. 

Aşığın ilk hedefi nasıl kadınsa, sınai yarışmanın ilk hedefi de üründür, kâr değil. 

Rekabet sınai yarışma değil, ticari yarışmadır. Günümüzde sınai yarışma, yalnızca ticari bakımdan vardır. Modern ulusların ekonomik yaşamlarında, herkesin bir tür üretim yapmaksızın kâr yapma çılgınlığına kapıldığı evreler bile vardır. Devre devre gelen bu spekülasyon çılgınlığı, sınai yarışma gereksinmesinden kaçmaya çalışan rekabetin gerçek kimliğini apaçık ortaya sermektedir. 

Eğer bir 14. yüzyıl zanaatçısına sanayideki ayrıcalıkların ve tüm feodal örgütlenmenin, rekabet denilen sınai yarışma yararına ortadan kaldırılacağını söylemiş olsaydınız, bu zanaatçıdan çeşitli korporasyonların, loncaların ve derneklerin sahip oldukları ayrıcalıkların örgütlü rekabet olduğu yanıtını alırsınız. M. Proudhon, "yarışmanın, rekabetin kendisinden başka bir şey olmadığını" doğrularken, bu sözlere yeni bir şey eklemiş olmuyor. 

1847 Ocağının birinci gününden itibaren herkese iş ve ücret verileceğini emredin: sanayideki yüksek gerilim, yerini derhal büyük bir gevşemeye bırakacaktır. [I, 189.] 

Bir varsayım, bir doğrulama ve bir yadsıma yerine, şimdi rekabetin gerekliliğini, bir kategori olarak ölümsüzlüğünü, vb. kanıtlamak için, M. Proudhon tarafından çıkartılmış bir buyrultuyla karşılaşıyoruz. 

Rekabetten kurtulmak için gerekli tek şeyin buyrultular olduğunu sanırsak, ondan hiçbir zaman kurtulamayız. Ve işi, ücretleri alıkorken rekabeti ortadan kaldırmayı önermeye kadar vardırırsak, kraliyet buyrultusuyla saçmalık öneriyoruz demektir. Ama uluslar kraliyet buyrultularıyla ilerlemezler. Böyle buyrultular tasarlamazdan önce uluslar, en azından sınai ve politik varlıklarının ve bunun sonucu olan tüm yaşam biçimlerinin koşullarını baştan aşağı değiştirmiş olmalıdırlar. 

M. Proudhon, kendisine olan o ağırbaşlı güvenciyle, bunun, "yaradılışımızda daha önce görülmemiş bir dönüşüm" varsayımı olduğunu ve "bizi tartışmanın dışında bırakmakla" haklı olduğunu söyleyecektir; ama bilmiyoruz hangi ferman gereğince. 

M. Proudhon, bütün tarihin, insan doğasının sürekli bir dönüşümünden başka bir şey olmadığını bilmiyor. 

Olgular içinde kalalım. Fransız devrimi, siyasal özgürlük için olduğu kadar, sınai özgürlük için de yapılmıştı; ve Fransa, 1789'da, gerçekleşmesini talep ettiği ilkenin tüm sonuçlarını –açıkça söyleyelim– kavramamış olmakla birlikte, ne arzularında ve ne de beklentilerinde yanılmıştı. Bunu yadsıyan her kimse, benim görüşüme göre, eleştiri hakkını yitirir. Yirmibeş milyon insanın istemeden hataya düşmüş olduğunu ilke diye öne süren bir hasımla hiçbir zaman tartışmaya girmem. ... Rekabet, toplumsal ekonominin bir ilkesi, bir alınyazısı, insan ruhunun bir gerekliliği değildi de, neden öyleyse hiç kimse korporasyonları, loncaları ve dernekleri ortadan kaldırmak yerine, bunların tümünü onarmayı düşünmedi? [I, 191, 192.] 

Demek ki, 18. yüzyıl Fransızları korporasyonlarda, loncalarda ve derneklerde değişiklik yapmak yerine, onları ortadan kaldırdıklarına göre, 19. yüzyıl Fransızları da rekabeti ortadan kaldırmak yerine onda değişiklik yapmalıdırlar. 

Rekabet, Fransa'da, 18. yüzyılda tarihsel gereksinmeler sonucu kurulduğuna göre, bu rekabet, başka tarihsel gereksinmeler yüzünden, 19. yüzyılda ortadan kaldırılmamalıdır. M. Proudhon rekabetin kurulmasının 18. yüzyıl insanlarının gerçek gelişmesine bağlı bulunduğunu anlamadığından, rekabeti, insan ruhunun bir gerekliliği yapıyor, in partibus infidelium.[a14] 17. yüzyılın o büyük Colbert'ini ne yapardı acaba? 

Devrimden sonra şimdiki durum gelir. M. Proudhon, rekabetin ölümsüzlüğünü göstermek için, tarımda olduğu gibi bu kategorinin henüz yeterince gelişmediği bütün sanayilerin bir. yetmezlik ve düşkünlük içinde olduklarını kanıtlayarak bundan da aynı biçimde olgular bulup çıkartıyor. 

Henüz rekabet aşamasına erişmemiş sanayiler bulunduğunu, ötekilerin de gene burjuva üretim düzeyinin altında olduklarını söylemek, rekabetin ölümsüzlüğü konusunda en küçük bir kanıt getirmeyen saçma-sapan şeyler söylemektir. 

M. Proudhon'un bütün mantığı şuna varmaktadır: rekabet, şu anda içinde üretici güçlerimizi geliştirmekte olduğumuz bir toplumsal ilişkidir. Rekabetin, sınai yarışma, günümüzün özgürlük biçimi, çalışmada sorumluluk, değerin oluşması, eşitliğin sağlanması için bir koşul, toplumsal ekonominin bir ilkesi, bir alınyazısı, insan ruhunun bir gereği, ölümsüz adaletin bir ilhamı, bölünmede özgürlük, özgürlükte bölünme, ekonomik bir kategori olduğunu söylemekle bu gerçeğe hiçbir mantıksal gelişme getirmiş olmuyor, ama yalnızca çoğu kez çok iyi geliştirilmiş biçimler vermiş oluyor. 

Rekabet ve birlik, birbirlerini desteklerler. Birbirlerini dıştalamak şöyle dursun, birbirlerinden farklı bile değillerdir. Her kim rekabet sözü ediyorsa, bir ortak amacı zaten varsayıyor demektir. Rekabet, bundan ötürü, bencillik değildir, ve sosyalizmin en acıklı hatası, rekabete, toplumu yıkan bir şey gözüyle bakmasıdır. [I, 223.] 

Her kim rekabet sözü ediyorsa, ortak amaçtan sözetmiş olur, ve bu, bir yanda rekabetin birlik olduğunu; öte yanda da rekabetin bencillik olmadığını tanıtlar. Ve her kim bencillik sözü ediyorsa, ortak amaçtan da sözetmiş olmaz mı? Her bencillik, toplum içinde ve toplum olgusuyla vardır. Demek ki, bu, toplumu, yani ortak amaçları, ortak gereksinmeleri, ortak üretim araçlarını vb., vb. öngörür. Öyleyse sosyalistlerin sözünü ettikleri rekabet ve birliğin birbirlerinden farklı bile olmamaları, yalnızca bir raslantı mıdır? 

Sosyalistler mevcut toplumun rekabet üstüne kurulmuş olduğunu yeterince iyi bilirler. Bu durumda nasıl olur da, rekabeti, kendi yıkmak istedikleri toplumu yıkmakla suçlayabilirler? Ve gene nasıl olur da, rekabeti, rekabetin zaten yıkılmış bulunacağı gelecek toplumu yıkmakla suçlayabilirler? 

Daha ilerde, M. Proudhon, rekabetin tekelin karşıtı olduğunu, ve bunun sonucu, birliğin karşıtı olamayacağını söylüyor. 

Feodalizm, başlangıcından beri ataerkil monarşiye karşıydı; demek ki, henüz varolmayan rekabete karşı değildi. Bundan, rekabetin feodalizme karşı olmadığı sonucu çıkartılabilir mi? 

Gerçekte toplum ve birlik adları, rekabet üstüne kurulmuş bulunan her topluma, burjuva topluma olduğu kadar feodal topluma da verilen adlardır. Öyleyse bir tek birlik sözüyle rekabeti çürütebileceğim sanan sosyalist olabilir mi? Ve M. Proudhon'un kendisi de, rekabeti bir tek birlik sözcüğüyle açıklayarak onu sosyalizme karşı korumaya nasıl kalkışabilir? 

Buraya dek söylediklerimizin hepsi, M. Proudhon'un gördüğü biçimiyle, rekabetin güzel yanını oluşturur. Şimdi de rekabetin çirkin yanına, olumsuz yanına, sakıncalarına, yok edici, yıkıcı öğelerine, muzır niteliklerine geçelim. 

M. Proudhon'un çizdiği rekabet tablosu oldukça iç karartıcı. 

Rekabet, sefalet doğurur, iç savaşı kışkırtır, "doğal yöreleri değiştirir", ulusları birbirine karıştırır, aileler içinde dertler yaratır, kamu vicdanını yozlaştırır, "eşitlik, adalet", ahlak, "kavramlarını yıkar", ve en kötüsü, özgür, dürüst ticareti yokeder ve bütün bunlara karşılık, bir sentetik değer, sabit ve dürüst bir fiyat olsun ödemez. Herkesi hayal kırıklığına uğratır, iktisatçıları bile. Şeyleri, bizzat kendisini yokedecek ölçüde ileri götürür. 

M. Proudhon'un saydığı bunca kötülükten sonra burjuva toplum ilişkilerini, bu toplumun ilke ve kuruntularını rekabetten daha çözücü, daha yokedici bir öğe bulunabilir mi? 

Şu nokta dikkatle kaydedilmelidir ki, rekabet, yeni üretici güçlerin, yani yeni bir toplumun maddi koşullarının hararetle yaratılmalarını zorladığı oranda, burjuva ilişkileri bakımından da her zaman daha yıkıcı hale gelmektedir. Rekabetin kötü yanının, hiç değilse bu bakımdan, iyi bir yönü de vardır. 

Bir ekonomik durum ya da evre olarak rekabet, kökeni bakımından düşünüldüğünde, genel masrafların azaltılması teorisinin ... zorunlu sonucudur. [I, 235.] 

M. Proudhon'a göre kanın dolaşımı, Harvey'in teorisinin bir sonucu olsa gerektir. 

Tekel, sürekli bir kendini yadsımayla tekel yaratan rekabetin kaçınılmaz sonucudur. Tekelin bu doğuşu, kendi içinde tekeli haklı çıkarmaktadır. ... Tekel rekabetin doğal karşıtıdır ... ama rekabet zorunlu olur olmaz, tekel düşüncesini de birlikte getirir, çünkü tekel, daha önceleri de olduğu gibi, rekabet eden her bireyin üstüne çıkıp oturduğu yerdir. [I, 236, 237.] 

Hiç değilse bir kezcik olsun formülünü tez ve antiteze doğru-dürüst uygulayabildiğinden ötürü M. Proudhon'la birlikte sevinç içersindeyiz. Modern tekelin bizzat rekabet tarafından yaratıldığını herkes bilmektedir. 

İçeriğine gelince, M. Proudhon, şiirsel görüntülere sarılıyor. Rekabet "işin her alt-bölümünden, bir tür egemenlik meydana getirmiştir, ki bu egemenlik altında her birey kendi gücüyle ve bağımsızlığıyla ayakta durmaktadır". Tekel, "rekabet eden her bireyin üstüne çıkıp oturduğu yerdir". Egemenlik de, en az bu yer kadar değerlidir. 

M. Proudhon, rekabet tarafından yaratılan modern tekel dışında hiçbir şeyden sözetmiyor. Ama hep biliyoruz ki, rekabet feodal tekel tarafından yaratılmıştır. Demek ki, başlangıçta, rekabet tekelin karşıtıydı, yoksa tekel rekabetin değil. Öyle ki, modern tekel basit bir antitez değil, tersine gerçek sentezdir. 

Tez: Feodal tekel, rekabetten önceki, 

Antitez: Rekabet, 

Sentez: Rekabet sistemini getirdiği kadarıyla feodal tekelin yadsıması, ve tekel olduğu kadar da rekabetin yadsıması olan modern tekel. 

Demek ki, modern tekel, yani burjuva tekel, sentetik tekeldir; yadsımanın yadsınması, karşıtların birliğidir. Saf, normal, akli durumdaki tekeldir. 

M. Proudhon, burjuva tekeli, kaba, ilkel, çelişik, düzensiz durumdaki tekele döndürmekle kendi felsefesiyle çelişkiye düşmektedir. M. Proudhon'un tekel konusunda birkaç kez andığı M. Rossi, burjuva tekelin sentetik karakterini daha iyi kavramış görünüyor. Cours d’économie politique adlı yapıtında, yapay tekellerle doğal tekeller arasında bir ayrım yapmaktadır. Feodal tekellerin yapay, yani keyfi; burjuva tekellerinin ise doğal, yani akli olduklarını söylüyor. 

Tekel iyi bir şeydir diye uslamlıyor M. Proudhon, çünkü bir ekonomik kategoridir, "insanlığın kişisel olmayan aklından" çıkmadır. Rekabet de gene iyi bir şeydir, çünkü o da bir ekonomik kategoridir. Ama iyi olmayan şey, tekel gerçeği ve rekabet gerçeğidir. Daha da kötüsü, rekabetle tekel birbirlerini yiyip bitirmektedirler. Ne yapmalı? Bu iki ölümsüz düşüncenin sentezini araştırınız, bu sentezi sonsuzdan beri yatmakta olduğu Tanrının bağrından söküp alınız. 

Gerçek yaşamda yalnızca rekabeti, tekeli ve bunlar arasındaki uzlaşmaz karşıtlığı değil, bu ikisinin sentezini de buluruz ki, bu, bir formül değil, bir harekettir. Tekel rekabet üretir, rekabet tekel üretir. Tekelciler rekabetçilerden oluşur; rekabetçiler tekelci olurlar. Tekelciler karşılıklı rekabetlerini kısmi birliklerle sınırlandıracak olurlarsa, işçiler arasında rekabet artar; ve bir ulusun tekelcileri, karşısında proleterlerin kitlesi ne denli büyürse, değişik ulusların tekelcileri arasındaki rekabet de o denli kıyasıya olur. Sentez öyle bir karakterdedir ki, tekel, kendisini ancak sürekli rekabet savaşımı içine girerek sürdürebilir. 

Tekelden sonra gelen vergilere diyalektik geçişi yapabilmek için, M. Proudhon, ileriye doğru yiğitçe zikzaklar çizdikten sonra, "pişmanlık duymaksızın ve duraksamaksızın gösterişli geniş adımlardan sonra, tekel dönemecine ulaşıp, geriye doğru kederle bakan ve derin düşüncelerden sonra bütün üretim nesnelerine vergilerle saldıran ve bütün işlerin proletaryaya verilmesini ve ücretlerin tekel adamlarınca ödenmesini sağlamak için koca bir idari örgüt yaratan" [I, 284, 285] toplumsal dehadan sözetmektedir bize. 

Oruç tutarken zikzaklar yaparak dolaşan bu deha konusunda ne diyebiliriz ki? Ve vergiler, burjuvalara kendilerini egemen sınıf olarak tutma olanağını veren araçlar oldukları halde, burjuvaları vergilerle yoketme amacından başka bir amaç taşımayan bu dolanma konusunda ne diyebiliriz ki? 

M. Proudhon'un ekonomik ayrıntıları ele alış biçimine yalnızca bir gözatmak bile, tüketim vergisinin, ona göre, eşitlik sağlamak ve proletaryayı rahatlatmak amacıyla konduğunu söylememize yetecektir. 

Tüketim vergisi gerçek gelişmesine ancak burjuvazinin ortaya çıkmasından sonra kavuşmuştur. Tüketim vergisi, sanayi sermayesinin elinde, yani varlığını emeği doğrudan sömürerek sürdüren, yeniden üreten ve çoğaltan gösterişsiz ekonomik zenginliğin elinde, tüketmekten başka şey yapmayan kibar lordların anlamsız, zevk ve sefa düşkünü, müsrif servetlerini sömürme aracıydı. James Steuart, Smith'ten on yıl önce yayınladığı Recherches des principes de l'économie politique adlı yapıtında tüketim vergisinin bu asıl amacını açıkça göstermiştir. 

Saf monarşilerde prens, büyüyen zenginlik karşısında kıskançlığa kapılmış görünür ve bundan ötürü gittikçe zenginleşen insanlara vergiler kor. Meşruti hükümetlerde vergiler, esas olarak, zenginken fakirleşmekte olanları etkileyecek biçimde hesaplanır. Böylece kral, her kişinin mesleğinden elde edeceği tahmin olunan kazanca göre sınıflandırdığı sanayie bir vergi kor. Kişi başına vergi (poll-tax) ve taille[41] da aynı biçimde bu vergileri ödemekle yükümlü her kişinin tahmin olunan zenginliğine oranlanmışlardır. ... Meşruti hükümetlerde vergiler, daha çok, tüketim üzerine konur. [II, 190-191.] 

Vergilerin, ticaret dengesinin, kredinin –M. Proudhon'un anlayışına göre– mantıksal sıralanışlarına gelince, yalnızca şu kadarını belirtelim ki, İngiliz burjuvazisi, William of Orange zamanında politik oluşmasına kavuştuğunda, kendi varoluş koşullarını özgürce geliştirebileceği bir duruma gelir gelmez, hepsi birarada olmak üzere, yeni bir vergi ve kamu kredisi sistemi ve koruyucu gümrük sistemini yarattı. 

Bu kısa özet, okura, M. Proudhon'un güvenlik ya da vergiler, ticaret dengesi, kredi, komünizm ve nüfus üzerine büyük emeklerle meydana getirdiği yapıtı konusunda doğru bir fikir vermeye yetecektir. En hoşgörülü eleştiriyi, bu bölümleri ciddiyetle ele almaya çağırıyoruz. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.