14 Ocak 2014 Salı

GREVLER VE İŞÇİ DAYANIŞMALARI

Karl Marx
ÜCRETLERDEKİ her artış, tahılın, şarabın vb. fiyatını yükseltmekten, yani kıtlık yaratmaktan başka bir sonuç veremez. Çünkü ücretler nedir ki? Tahılın vb. maliyet fiyatıdırlar; her şeyin tamamlayıcı fiyatıdırlar. Daha da öteye gidebiliriz: ücret, zenginliği oluşturan ve her gün kendilerini yeniden üretecek bir biçimde emekçi yığınları tarafından tüketilen öğelerin orantısıdır. Şimdi, ücretleri iki katına yükseltmek demek ... üreticilerden herbirine kendi ürünlerinden daha büyük bir pay vermek demektir, ki bu çelişiktir, ve eğer bu yükselme ancak az sayıda sanayiyi kapsayacak olursa, değişimde genel bir kargaşalığa yolaçar; tek sözcükle, bir kıtlık. ... İlan ediyorum ki, ücretleri artıran grevlerin fiyatlarda genel bir yükselme ile sonuçlanmaması olanaksızdır: bu iki kere ikinin dört etmesi kadar kesindir. (Proudhon, c. I .s. 110 ve 111.) 

İki kere ikinin dört etmesi dışında, biz bütün bu iddiaları reddediyoruz. 

Her şeyden önce, fiyatlarda genel artış diye bir şey yoktur. Her şeyin fiyatı ücretlerle aynı zamanda iki katına çıkacak olursa, fiyatlarda bir değişme olmaz, tek değişiklik terimlerdedir. 

Sonra gene, ücretlerde genel bir artış, hiçbir zaman malların fiyatlarında az ya da çok genel bir artış getirmez. Gerçekte, her sanayide sabit sermayeye ya da kullanılan aletlere oranla aynı sayıda işçi çalıştırılıyorsa, ücretlerde genel bir yükselme, kârlarda genel bir düşme yaratacaktır ve malların yürürlükteki fiyatlarında hiçbir değişme olmayacaktır. 

Ama el emeğinin sabit sermayeye olan oranı her sanayide aynı olmadığına göre, göreli olarak daha büyük bir sermaye kitlesi ve daha az sayıda işçi kullanan bütün sanayiler, er ya da geç, mallarının fiyatlarını düşürmek zorunda kalacaklardır. Mal fiyatlarının düşürülmediği tersi durumda ise, kârlar olağan kâr oranlarının üstüne çıkacaktır. Makineler, ücretli insan değildir. Bundan ötürü, ücretlerdeki genel yükselme, işçiden çok makine kullanan sanayileri ötekilere kıyasla daha az etkileyecektir. Ama rekabet, kâr oranlarını hep bir düzeye getirme eğiliminde olduğundan, ortalama oranın üstüne çıkan kârlar geçici olmak zorundadırlar. Demek "ki, birkaç dalgalanmanın dışında, ücretlerde genel bir artış, M. Proudhon'un dediği gibi, fiyatlarda genel bir yükselmeye değil, kısmi bir düşmeye, yani esas olarak makine yardımıyla yapılmış malların yürürlükteki fiyatlarında bir düşmeye yolaçar. 

Kârlardaki ve ücretlerdeki yükselme ve düşmeler, çoğu durumda, ürünün fiyatını etkilemeksizin, kapitalist ve işçilerin, bir günlük çalışmanın ürünündeki pay oranlarını ifade eder yalnızca. Ama, "ücretlerde bir artış getiren grevlerin fiyatlarda genel bir yükselme ile, hatta bir kıtlık ile sonuçlanması" – bunlar ancak anlaşılmamış bir şairin beyninde yeşerebilecek düşüncelerdir. 

İngiltere'de grevler, düzenli olarak, yeni makinelerin icadına ve uygulanmasına yolaçmıştır. Denilebilir ki, makineler, uzmanlaşmış emeğin grevlerini bastırmak için kapitalistler tarafından kullanılan silahlardır. Otomatik iplik bükme makinesi, modern sanayinin bu en büyük icadı, isyan durumunda olan iplikçileri eylem-dışı bırakmıştır. Mekanik dehanın çabalarını kendilerine karşı tepki göstermeye yöneltmek dışında başka bir etkiye sahip olmasalardı bile, dayanışma ve grevlerin sanayinin gelişmesi üzerindeki etkisi gene de büyük olurdu. 

M. Leon Faucher tarafından ... Eylül 1845'te yayınlanan bir makalede[51] diye devam ediyor M. Proudhon, "bir süreden beri İngiliz işçilerinin dayanışma alışkanlıklarını bırakmış olduklarını görüyorum, ki bu, onlar hesabına, kutlanacak bir ilerlemedir elbet: ama işçilerin ahlaklarındaki bu düzelme esas olarak onların ekonomik eğitimlerinden gelmektedir. 'Ücretler imalatçılara bağlı değildir' diye bağırıyordu bir iplik fabrikası işçisi Bolton toplantısında. 'Bunalım dönemlerinde patronlar, sözgelimi, zorunluluğun kendisini onlarla silahlandırdığı kırbaçlardır ancak, ve isteseler de istemeseler de vurmak zorundadırlar. Düzenleyici ilke, arzın talebe olan ilişkisidir; ve patronlar bu güce sahip değillerdir.' ... Aferin" diye haykırır M. Proudhon "Bunlar iyi eğitilmiş işçiler, örnek işçiler, vb., vb., vb.. Bu sefalet İngiltere'de yoktu; Kanalı[52] da geçmeyecektir." (Proudhon, c. I, s. 261 ve 262.) 

Bolton, İngiltere'deki bütün kentler arasında radikalizmin en gelişmiş olduğu kenttir. Bolton işçileri en devrimci işçiler olarak tanınırlar. Tahıl yasalarının kaldırılması için İngiltere'de girişilen büyük ajitasyon sırasında İngiliz imalatçıları, toprak sahipleriyle, ancak işçileri öne sürerek başa çıkabileceklerini düşünmüşlerdi: Ama işçilerin çıkarları imalatçıların çıkarlarına, imalatçıların çıkarlarının toprak sahiplerinin çıkarlarına olduğundan daha az karşıt olmadığından, imalatçıların işçi toplantılarında gösterdikleri başarıların kötü olması doğaldı. İmalatçılar ne yaptılar? Görünüşü kurtarmak için, büyük çapta ustabaşlarından, kendilerine bağlı az sayıda işçiden ve zanaatın gerçek dostlarından oluşan toplantılar örgütlediler. Daha sonraları, gerçek işçiler, Bolton ve Manchester'de olduğu gibi, patronları protesto etmek için bu düzmece gösterilere katılmaya kalkıştıklarında, bunun bir biletli toplantı –yalnızca giriş kartına sahip olanların kabul edildikleri bir toplantı– olduğu gerekçesiyle katılmaları yasaklandı. Oysa duvarlara asılmış olan afişler, açık toplantı duyurusu yapıyorlardı. Bu toplantıların her yapılışında imalatçıların gazeteleri, yapılan konuşmaların tantanalı ve ayrıntılı haberlerini veriyorlardı. Bu konuşmaları yapanların ustabaşıları olduklarını belirtmenin gereği yok. Londra gazeteleri bu konuşmaları sözcüğü sözcüğüne basıyorlardı. M. Proudhon'un bahtsızlığı, ustabaşılannı sıradan işçi olarak görmesi ve bunların Kanalı geçmemelerini tembihlemesidir. 

1844 ve 1845'teki grevlere öncekilere kıyasla daha az dikkat çektilerse, bunun nedeni, 1844 ve 1845'in İngiliz sanayiinin 1837'den beri gördüğü bolluğun ilk iki yılı olmasıdır. Buna karşın, sendikalardan hiçbiri dağıtılmamıştı. 

Şimdi Bolton'lu ustabaşılarına kulak verelim. Bunlara göre imalatçıların ücretler üzerinde hiçbir egemenlikleri yoktur; çünkü dünya piyasası üzerinde hiçbir egemenlikleri yoktur. Bu nedenden ötürü, patronlardan ücret artışı koparmak için dayanışmaların yapılmaması gereğinin anlaşılmasını isterler. M. Proudhon ise, bunun tersine, beraberlerinde genel bir kıtlık getirecek bir ücret artışına yolaçar korkusuyla, dayanışmaları yasaklamaktadır. Ustabaşılarıyla M. Proudhon arasında bir noktada bir entente cordiale[53] olduğunu belirtmemize gerek yok. Bu nokta ücretlerde bir artışın, ürün fiyatlarındaki artışla eşdeğer olduğudur. 

Ama M. Proudhon'un duyduğu hıncın nedeni gerçekten de bir kıtlık korkusu mudur? Hayır. Çok basit, Bolton ustabaşıları onu tedirgin ediyorlar, çünkü bunlar değeri arz ve taleple belirliyorlar ve bu konuda Tanrının da onlardan yana olduğu kalıcı değişilebilirlik ve bütün öteki ilişki oransızlıkları ve oransallık ilişkileri de dahil olmak üzere, oluşmuş değeri, oluşma durumuna girmiş değeri, değerin oluşmasını pek hesaba katmıyorlar. 

Bir işçi grevi, yalnızca ceza yasası öyle dediği için değil, ekonomik sistemden, kurulu düzenin zorunluluğundan ötürü de yasadışıdır. ... Her işçinin birey olarak kendisini ve ellerini özgürce kullanması hoş görülebilir, ama işçilerin dayanışma ile tekel yaratmak için zor kullanmaya girişmeleri toplumun hoşgörebileceği bir şey değildir. (c. I, s. 334 ve 335.) 

M. Proudhon, ceza yasasının bir maddesini burjuva üretim ilişkilerinin zorunlu ve genel sonucu diye yutturmak istiyor. İngiltere’de bu dayanışma, bir parlamento yasası ile tanınmıştır ve parlamentoyu yasayı tanımaya zorlamış olan ekonomik sistemdir. 1825'te, bakan Huskisson zamanında parlamento, yasayı serbest rekabetin ortaya çıkardığı koşullara daha da yaklaştırmak için değiştirmek zorunda kaldığından, işçi dayanışmalarını yasaklayan diğer bütün yasaların da kaldırılması gerekmişti. Modern sanayi ve rekabet ne denli gelişirse, dayanışmayı ortaya çıkaran ve güçlendiren o denli çok öğe vardır ve her geçen gün güçlenen bir ekonomik olgu durumuna gelir gelmez, dayanışmanın, çok geçmeden bir yasal olgu halini alması da kaçınılmazdır. 

Demek ki, ceza yasasının bu maddesi, olsa olsa modern sanayi ve rekabetin Kurucu meclis ve imparatorluk devrinde henüz yeterince gelişmemiş bulunduklarını kanıtlar.[a17] 

İktisatçılar ve sosyalistler[54] bir noktada anlaşıyorlar: dayanışmaların kınanması. Ancak, bu kınamada farklı güdülere sahipler. 

İktisatçılar işçilere şöyle diyorlar: Dayanışmayın. Dayanışmakla sanayinin düzgün ilerlemesini engelliyorsunuz, imalatçıların aldıkları siparişleri karşılamalarını önlüyorsunuz, ticareti tedirgin ediyorsunuz ve makinelerin istilasını hızlandırıyorsunuz, ki bu, emeğinizin bir kesimini yararsızlaştırdığından, sizi daha düşük bir ücret kabullenmeye zorluyor. Ayrıca, ne yaparsanız yapın, ücretleriniz her zaman talep edilen emek ile arz edilen emek arasındaki ilişki ile belirlenecektir ve ekonomi politiğin ölümsüz yasalarına karşı başkaldırmak sizler için saçma olduğu kadar tehlikeli bir çabadır da. 

Sosyalistler işçilere şöyle diyorlar: Dayanışmayın, çünkü bununla zaten ne elde edeceksiniz ki? Ücretlerde bir yükselme mi? İktisatçılar size çok açık bir biçimde tanımayacaklardır ki, başarıya ulaşıp da, bir an için birkaç peni kazansanız bile, bunun ardından sürekli bir düşüş gelecektir. Usta hesapçılar size tanıtlayacaklardır ki, sağladığınız bu ücret artışıyla dayanışmanın örgütlenmesi ve sürdürülmesi için yapılmış olan masrafları kapamak bile yıllar alacaktır. 

Ve biz, sosyalistler olarak, size deriz ki, para sorununun dışında, siz, her şeye karşın, gene işçi olmaya devam edeceksiniz ve patronlar da patron olmaya, tıpkı daha önce olduğu gibi. Öyleyse dayanışma yok! Politika yok! Çünkü dayanışmaya girmek, politikayla uğraşmak değil midir? 

İktisatçılar, işçilerin, kurulmuş bulunan ve kendilerince elkitaplarında kesinlikle belirtilmiş olan toplum içinde kalmalarını istiyorlar. 

Sosyalistler, işçilerden, onlar için bunca öngörüşlülükle hazırlamış oldukları yeni topluma daha iyi bir giriş yapabilmeleri için, eski toplumu kendi haline bırakmalarını istiyorlar. 

Bunların her ikisine karşın, elkitaplarında ve ütopyalara karşın, dayanışma, ilerlemekten ve modern sanayinin gelişip büyümesiyle birlikte, büyümekten bir an için bile geri kalmamıştır. Ve şimdi öyle bir aşamaya varmış bulunmaktadır ki, herhangi bir ülkede dayanışmanın gelişme derecesi, o ülkenin dünya pazarı hiyerarşisinde tuttuğu yerin açık göstergesi olmaktadır. Sanayii en yüksek gelişme derecesine ulaşmış olan İngiltere, en büyük ve en iyi örgütlenmiş dayanışmalara sahiptir. 

İngiltere'de işçiler, geçici bir grev dışında başka hiçbir amaç taşımayan ve bu grevden sonra yok olan kısmi dayanışmalarla yetinmemişlerdir. İşverenlerle savaşımlarında işçilere siper hizmeti gören kalıcı dayanışmalar, sendikalar, kurulmuştur. Ve şu anda bütün bu yerel sendikalar, Ulusal Birleşmiş Sendikalar Derneğinde[a18] toplanmış bulunmaktadırlar. Bu derneğin merkez komitesi Londra'dadır ve üye sayısı daha şimdiden 80.000'e ulaşmıştır. Bu grevlerin, dayanışmaların ve sendikaların örgütlenmesi, şimdi çartist adıyla büyük bir siyasal parti oluşturmuş bulunan işçilerin siyasal savaşımı ile birlikte yürümüştür. 

İşçilerin kendi aralarındaki ilk birleşme çabaları, her zaman dayanışmalar biçiminde olur. 

Büyük sanayi, birbirlerini tanımayan insan kalabalıklarını bir yerde yoğunlaştırır. Rekabet, bunların çıkarlarını böler. Ama ücretlerin korunması, patronlarına karşı sahip oldukları bu ortak çıkar, onları ortak bir direnme düşüncesinde birleştirir – dayanışma. Demek ki, dayanışmanın her zaman ikili bir amacı vardır, işçiler arasındaki rekabeti durdurmak, ki böylelikle kapitalistlerle olan genel rekabetlerini sürdürebilsinler. 

Direnmenin ilk amacı, yalnızca ücretleri korumaktan ibaretse de, ilkönceleri birbirlerinden kopuk olan dayanışmalar, kapitalistler de kendi paylarına bunları bastırma amacıyla birleştikçe, kendilerini gruplar biçiminde oluştururlar ve her zaman birlik olan sermaye karşısında birliğin korunması, ücretlerin korunmasından daha gerekli hale gelir. Bu o denli doğrudur ki, işçilerin birlik uğruna ücretlerinin büyük bir kısmını feda etmeleri karşısında İngiliz iktisatçılar şaşırıp kalmaktadırlar, çünkü bu iktisatçıların gözünde, bu birlikler yalnızca ücretler için kurulmuşlardır. Bu savaşımda –gerçek bir iç savaş– yaklaşmakta olan bir savaş için gerekli bütün öğeler birleşir ve gelişirler. Savaşımda bir kez bu noktaya ulaştı mı, birlik, politik bir nitelik alır. 

Ekonomik koşullar ülkenin halk yığınlarını ilkin işçi haline getirir. Sermayenin dayanışması, bu yığın için ortak bir durum, ortak çıkarlar yaratmıştır. Bu yığın, böylece, daha şimdiden sermaye karşısında bir sınıftır, ama henüz kendisi için değil. Ancak birkaç evresini belirtmiş bulunduğumuz bu savaşım içinde bu yığın birleşir, ve kendisini kendisi için bir sınıf olarak oluşturur. Savunduğu çıkarlar, sınıf çıkarları olur. Ama sınıfın sınıfa karşı savaşımı, politik bir savaşımdır. 

Burjuvazide birbirinden ayırt etmemiz gereken iki evre vardır: feodalizm rejimi ve mutlak krallık altında kendisini bir sınıf olarak oluşturduğu evre, ve zaten oluşmuş bir sınıf olarak toplumu bir burjuva toplumu yapmak için feodalizmi ve krallığı yıktığı evre. Bu evrelerden ilki, daha uzun olanı ve büyük çabalar gerektireni idi. Bu da feodal beylere karşı kısmi dayanışmalarla başlamıştır; 

Komünlerden bir sınıf olarak oluşmasına dek burjuvazinin içinden geçmiş olduğunu değişik tarihsel evreleri ortaya çıkarmak için çok araştırma yapılmıştır. 

Ama sorun, proleterlerin bir sınıf olarak örgütlenmelerinin, gözlerimizin önünde yürüttükleri grevlerin, dayanışmaların ve diğer biçimlerin dikkatli bir incelenmesinin yapılması oldu mu, bazıları gerçek bir korkuya kapılırken, bazıları da metafizik bir küçümseme gösteriyorlar. 

Ezilmekte olan bir sınıfın varlığı, uzlaşmaz sınıf karşıtlığı üzerine kurulmuş her toplumun hayati koşuludur. Ezilen sınıfın kurtuluşu demek, yeni bir toplumun yaratılması demek olmaktadır böylece. Ezilen sınıfın kendisini kurtarabilmesi için, o ana dek elde edilmiş üretici güçlerle varolan toplumsal ilişkilerin artık yanyana varolamamaları gerekir. Bütün üretim aletleri içinde en büyük üretici güç, devrimci sınıfın kendisidir. Devrimci öğelerin bir sınıf olarak örgütlenmeleri, eski toplumun bağrından doğabilecek bütün üretici güçlerin varolmalarını öngörür. 

Bu eski toplumun yıkılmasından sonra yeni bir politik iktidarla sonuçlanacak yeni bir sınıf egemenliği mi demektir? Hayır. 

Üçüncü ayrıcalıklı katmanın, yani burjuva düzeninin kurtuluş koşulu, nasıl tüm katmanların[55] ve tüm zümrelerin kaldırılması olduysa, işçi sınıfının kurtuluş koşulu da bütün sınıfların kaldırılmasıdır. 

İşçi sınıfı, kendi gelişim hareketi içinde, eski uygar toplumun yerine sınıfları ve onların uzlaşmaz karşıtlıklarını dışta bırakacak bir birlik koyacaktır ve bu anlamıyla, politik iktidar diye bir şey artık kalmayacaktır, çünkü politik iktidar, uygar toplumdaki uzlaşmaz karşıtlığın resmî ifadesinden başka bir şey değildir. 

Bu arada, proletarya ile burjuvazi arasındaki uzlaşmaz karşıtlık, bir sınıfın öteki sınıfa karşı savaşımıdır, öyle bir savaşım ki, en yüksek ifadesinde götürüldüğünde toptan bir devrim olur. Gerçekten de, sınıf karşıtlıkları üzerine kurulmuş bir toplumun nihai denouement[56] olarak vahşi çelişki ile, bedenin bedenle çarpışması ile son bulmasında şaşılacak bir şey var mı? 

Toplumsal hareketin politik hareketi içermediğini söylemeyin. Aynı zamanda toplumsal olmayan bir politik hareket hiçbir zaman yoktur. 

Ancak sınıfların ve uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarının artık bulunmadığı bir düzendedir ki, toplumsal evrimler, politik devrimler olmaktan çıkacaklardır. O zamana dek, toplumun her genel yeniden altüst oluşunun arifesinde, toplumsal bilimin son sözü hep şu olacaktır: 

Le combat ou la mort; la lutte sanguinaire ou le néant. C'est ainsi que la question est invinciblement posée. George Sand.[57] 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.