14 Ocak 2014 Salı

İŞBÖLÜMÜ VE MAKİNE

Karl Marx
İŞBÖLÜMÜ, M. Proudhon'a göre, ekonomik evrimler dizisini başlatır. 

İşbölümünün iyi yanı 

{ Öz olarak işbölümü, koşullarda ve zekada eşitliğin gerçekleşme biçimidir. (c. I, s. 93.)


İşbölümünün kötü yanı 

{ İşbölümü, bizler için bir sefalet aracı haline gelmiştir. (c. I, s. 94.)


FARKLI BİÇİM

İş kendine özgü ve verimliliğinin temel koşulu olan yasaya göre kendisini bölerek, amaçlarının yadsınmasıyla son bulur ve kendisini yok eder. (c. I, s. 94.)

Çözülmesi gereken sorun 

{ Yararlı sonuçlarını alıkorken, bölünmenin sakıncalarını ortadan kaldıracak yeniden-bileşimi bulmak. (c. I, s. 97.)

***

M. Proudhon'a göre işbölümü, ölümsüz bir yasa, basit, soyut bir kategoridir. Bundan ötürü, değişik tarihsel çağlardaki işbölümünü açıklamak için soyutlama, düşünce, sözcük kendisi için yeterli olmalıdır. Kastlar, korporasyonlar, manüfaktür, büyük sanayi, tek başına böl sözcüğü ile açıklanabilmelidir. "Böl"ün anlamını dikkatle inceleyin, her çağda işbölümüne belirli bir nitelik kazandıran pek çok etkiyi incelemenize gerek kalmaz. 

Eğer M. Proudhon'un kategorilerine indirgenmiş olsalar, işler elbette çok kolaylaştırılmış olacaktı. Ancak tarih bu kadar kategorik bir ilerleme göstermez. İlk büyük işbölümünün, kentlerin köylerden ayrılmasının gerçekleşmesi, Almanya'da tam üç yüzyıl sürmüştür. Kent ile köy arasındaki bu bir tek ilişkinin değiştirilmesi oranında, tüm toplum değiştirilmişti. İşbölümünün yalnızca bu yönünü ele alsanız bile, eski cumhuriyetleri ve hıristiyan feodalizmini; baronlarıyla eski İngiltere'yi ve pamuk lordlarıyla modern İngiltere'yi gösterebilirsiniz. Henüz sömürgelerin bulunmadığı, Avrupa için Amerika'nın henüz daha varolmadığı, Asya'nın ancak Bizans aracılığıyla varolduğu, Akdeniz'in ticari eylemin merkezi olduğu 14. ve 15. yüzyıllarda, işbölümü, çok değişik bir biçime, İspanyolların, Portekizlilerin, Hollandalıların, İngilizlerin ve Fransızların dünyanın her yerinde sömürgeler kurmuş bulundukları 17. yüzyıldan çok değişik bir yöne sahipti. Pazarın büyüklüğü, dış görünümü, değişik dönemlerdeki işbölümüne yalnızca böl sözcüğünden, düşünceden, kategoriden çıkartılması güç bir dış görünüm, bir nitelik verir. 

Adam Smith'ten bu yana bütün iktisatçılar diyor M. Proudhon "bölünme yasasının üstünlüklerine ve sakıncalarına işaret etmişler, ama birincisi üzerinde ikincisinden çok daha fazla durmuşlardır, çünkü bu onların iyimserlikleri için daha elverişliydi ve bu iktisatçılardan hiçbiri, bir yasanın sakıncalarının neler olabileceği konusunda hiç kafa yormamışlardı. ... Sonuçlarına dek büyük bir çabayla izlenen aynı ilke, nasıl olur da taban tabana karşıt sonuçlar verir? A. Smith'ten önce ya da sonra, hiçbir iktisatçı, ortada açıklanması gerekli bir sorun olduğunu sezinlememiştir bile. Say, işbölümü içersinde iyiyi yaratan aynı nedenin, kötüyü de doğurduğunu görecek kadar ileri gidebiliyor ancak." [I, 95-96.] 

Ama A. Smith, M. Proudhon'un sandığından daha öteye gidiyor. A. Smith şunu açıkça görmüştür: "Değişik insanlardaki doğal yetenek ayrılıkları, gerçekte, bizim farkına vardıklarımızdan çok daha azdır; ve değişik mesleklerin insanlarını birbirlerinden ayırdeder gibi görünen çok farklı yetenekler, olgunluğa ulaştıklarında, işbölümünün nedeni olmaktan çok, sonucu olurlar."[34] İlke olarak, bir hamal ile bir filozof arasındaki fark, bir mastı ile bir tazı arasındaki farktan daha azdır. Bunlar arasına bir uçurum koyan işbölümüdür. Bütün bunlar M. Proudhon'u, başka bir yerde, işbölümünün yarattığı sakıncalar konusunda Adam Smith'in en ufak bir düşünceye dahi sahip bulunmadığını söylemekten alıkoymuyor. "İşbölümü içerisinde iyiyi yaratan aynı nedenin kötüyü de doğurduğunu" [I, 96] gören ilk kişinin J. B. Say olduğunu ona söyleten de gene budur. 

Ama biz Lemontey'e kulak verelim; Suum cuique.[35] 

Ekonomi politik üzerinde yaptığı o kusursuz incelemesinde, bay J. B. Say, benim aydınlığa kavuşturmuş bulunduğum ilkeyi, işbölümünün manevi etkileri konusunda kullanma onurunu vermiştir bana. Kitabımın birazcık anlamsız olan başlığı[36] kuşkusuz, bana atıf yapmaktan kendisini alıkoymuştur. Kendi varlığı bu denli zengin bir yazarın bunca alçakgönüllü bir borcu suskunlukla geçiştirmesini ben ancak böyle bir nedene bağlayabilirim. (Lemontey, Œuvres complètes, Paris 1840, s. I, s. 245.) 

Onun hakkını biz verelim: bugün oluşmuş bulunduğu biçimiyle işbölümünün tatsız sonuçlarını Lemontey zekice göstermiş ve M. Proudhon da buna ekleyecek hiçbir şey bulamamıştır. Ama şimdi, M. Proudhon'un hatası yüzünden, bu öncellik sorununun içine itilmiş bulunuyoruz. Gerçekten gene söyleyelim ki, M. Lemontey'den çok önce ve A. Ferguson'un öğrencisi Adam Smith'ten onyedi yıl önce, bu A. Ferguson, özel olarak işbölümü üzerinde duran bir bölümde, bu konu üzerinde geniş bir açıklamada bulunmuştur. 

Sanatlardaki ilerleme ile ulusal kapasite ölçüsünün artıp artmayacağından bile kuşkuya düşülebilir. Birçok mekanik sanatlar ... en iyi başarıya, duygu ve aklın tam bir baskı altına alınmasıyla ulaşırlar; ve bilgisizlik, boşinanların olduğu kadar, sanayinin de anasıdır. Düşünce ve imgelem yanılgıya düşebilirler; ama eli ya da ayağı hareket ettirme alışkanlığı her ikisinden de bağımsızdır. Buna göre, manüfaktürler, en çok, akla en az başvurulan ve atelyelere, öyle fazla hayalgücü harcamaksızın, parçalarını insanların oluşturduğu bir makine gözüyle bakılan durumlarda gelişir. ... General, savaş bilgisinde çok usta olabilir, oysa erin ustalığı birkaç el ve ayak hareketinden ibarettir. Bu ikincisinin yitirdiğini, birincisi kazanmış olabilir. ... Ve bu ayrılmalar çağında düşünmek bizzat başlıbaşına bir zanaat durumuna gelebilir. (A. Ferguson, An Essay on the History of Civil Society, Edinburgh 1783, [II, 108, 109, 110].) 

Bu edebî incelemeyi bir sonuca vardırmak için şu kadarını söyleyelim ki, "bütün iktisatçıların, işbölümünün üstünlükleri üzerinde sakıncalarından çok daha fazla durmuş olduklarını" kesinlikle reddederiz. Bu konuda Sismondi'yi anmak yeter. 

Demek ki, M. Proudhon'un, işbölümünün üstünlükleri konusunda herkesçe bilinen genel sözleri başka sözlerle açıklamaktan ötede yapacağı bir şey yoktu. 

Şimdi de M. Proudhon'un, genel bir yasa, bir kategori, bir düşünce olarak alınan işbölümünden ona bağlı sakıncaları nasıl türettiğine bakalım. Nasıl oluyor da bu kategori, bu yasa, M. Proudhon'un eşitlikçi sisteminin zararına, eşit olmayan bir iş dağılımı getiriyor? 

İşbölümünün bu ciddi anında, insanlık üzerinde fırtına yelleri esmeye başlar. İlerleme, herkes için eşit ve tekdüze bir biçimde yeralmaz. ... İlkin ayrıcalıklı bir azınlığı kapsar. ... Koşullardaki doğal ve tanrısal eşitsizlik inancını bunca uzun bir süre yaşatan ve kastları yaratan ve bütün toplumları hiyerarşik bir biçimde oluşturan şey, ilerlemenin kişiler arasında yarattığı bu kayırmadır işte. (Proudhon, c. I, s. 94.) 

İşbölümü, kastları yarattı. Şimdi kastlar, işbölümünün sakıncalarıdırlar; demek ki, sakıncaları doğuran işbölümüdür. Quod erat demonstrandum.[37] Daha öteye gidip, kastları, hiyerarşik oluşmaları, ve ayrıcalıklı kişileri işbölümüne yarattıran şeyin ne olduğunu sorar mısınız? M. Proudhon size söylesin: İlerleme. Peki ilerlemeyi yapan ne? Sınırlama. M. Proudhon için sınırlama, ilerlemenin insanlar arasında gözettiği kayırmadır. 

Felsefenin ardından tarih gelir. Bu, artık ne anlatımcı tarih, ne de diyalektik tarihtir; bu, kıyaslamalı tarihtir. M. Proudhon bugünün matbaa işçisiyle ortaçağların matbaa işçisi arasında, Creusot işçisiyle bir köy demircisi arasında, bugünün edebiyatçısı ile ortaçağların, edebiyatçısı arasında bir paralellik kuruyor ve terazinin kefesini ortaçağların oluşturduğu ya da ilettiği işbölümüyle azçok ilgisi olanlardan yana eğiyor. Bir tarihsel çağın işbölümünü, bir başka tarihsel çağın işbölümüyle karşı karşıya koyuyor. M. Proudhon'un kanıtlaması gereken bu muydu? Hayır. Bize genel olarak işbölümünün sakıncalarını göstermeliydi. Ayrıca, az sonra bütün bu sözde gelişmeleri resmen geri aldığını göreceğimize göre, M. Proudhon'un yapıtının bu yanı üzerinde durmak niye? 

Parçalı işin diye devam ediyor M. Proudhon "ruhun bozulmasından sonraki ilk sorunu, vardiyaların uzatılmasıdır ki, bu uzama, harcanan zekanın toplam miktarına ters orantılı olarak artar. ... Ama vardiyaların uzunlukları günde onaltı ila onsekiz saati geçmeyeceğinden, bunun bedeli zamandan çıkartılamadığı an, fiyattan çıkartılır, ve ücretler düşer. ... Kesin olan ve bizim için saptanması gereken biricik şey, evrensel vicdanın bir ustabaşının işi ile bir makinist çırağın işini aynı oranda değerlendirmediğidir. Günlük işin fiyatının azaltılması, bundan ötürü gereklidir; öyle ki, aşağılatıcı bir iş yapmanın ruhunda açtığı yaradan sonra, işçi, bedeninde de düşük değerlendirilmesinin acısını duymamazlık etmesin." [I, 97-98.] 

Kant'ın kişiyi yoldan çıkaran mantıksal ayrılıklar olarak adlandıracağı bu kıyasların mantıksal değerleri üzerinde durmayacağız. 

Bu sözlerin özü şudur: 

İşbölümü işçiyi aşağılatıcı bir işe indirger; bu aşağılatıcı işe tekabül eden şey, bozulmuş bir ruhtur; ruhun bozulmasına tekabül eden şey ise, durmadan artan bir ücret düşmesidir. Ve bu düşmenin bozulmuş bir ruha tekabül ettiğini kanıtlamak için de, M. Proudhon, vicdanını rahatlatmak amacıyla, evrensel bilincin bunu böyle arzuladığını söylemektedir. M. Proudhon' un ruhu, evrensel vicdanın bir parçası mı sayılacaktır yani? 

M. Proudhon için makine, "işbölümünün mantıksal antitezidir" ve bu diyalektiğin yardımıyla o, makineyi atelye biçimine dönüştürmekle girişmektedir işe. 

Sefaleti işbölümünün sonucu yapmak için çağdaş atelyeyi varsaydıktan sonra, M. Proudhon, sözü atelyeye getirmek ve onu sefaletin diyalektik yadsıması olarak sunmak için, işbölümü tarafından yaratılmış bir sefaleti varsayıyor. İşçiye aşağılatıcı bir işle manen, ücretin azlığı ile de maddeten vurduktan sonra, işçiyi ustabaşının bağımlılığı altına soktuktan ve yaptığı işi de bir makinist çırağının çalışmasına indirdikten sonra, "ona bir patron vererek" işçiyi aşağılatmanın suçunu gene atelyeye ve makineye yıkıyor ve işçinin bu biçimde aşağılatılması işini, onu "zanaatçı rütbesinden sıradan işçi rütbesine indirmekle" tamamlıyor. Ne harika diyalektik! Hiç olmazsa burada duraydı ya! Ama hayır, artık çelişkiler türetmek için değil de, atelyeyi kendi tarzına uygun olarak yeni baştan kurmak için ona yeni bir işbölümü tarihi gerekiyor. Bu amaca varmak için, az önce bölünme konusunda söylediklerinin hepsini unutmak zorunda kalıyor. 

İş, elinin altındaki aletlere uygun olarak değişik biçimlerde örgütlenir, bölünür. Eldeğirmeni buharlı değirmenden ayrı bir işbölümünü öngörür. Demek ki, sonradan özgül bir üretim aletine, makineye varmak için, işe genel olarak işbölümü ile başlamayı arzulamak tarihe şamar atmak demektir. 

Sabanı çeken öküz nasıl bir ekonomik kategori değilse, makine de değildir. Makine, yalnızca bir üretici güçtür. Makinenin uygulanmasına dayanan modern atelye ise, toplumsal bir üretim ilişkisi, ekonomik bir kategoridir. 

Şimdi M. Proudhon'un parlak hayalgücünün nasıl çalıştığını görelim. 

Toplumda makinelerin sürekli ortaya çıkışları, işbölümünün antitezi, ters formülüdür: bu, sınai dehanın, parçalı ve öldürücü işe karşı protestosudur. Bir makine gerçekte nedir? İşbölümünce birbirinden kopartılmış işin değişik kesimlerini birleştirme yoludur. Her makine, çeşitli işlemlerin bir özeti olarak tanımlanabilir. ... Demek ki, makine sayesinde işçi eski durumuna getirilecektir. ... Ekonomi politikte kendisini işbölümüne karşıt koyan makine, insan kafasında çözümlemenin karşıtı olan sentezi temsil eder. ... Bölünme, herkesi kendisine en uygun gelen uzmanlaşmaya iterek, işin değişik parçalarını birbirlerinden ayırmakla kaldı; atelye ise, işçileri, her parçanın bütüne olan ilişkisine göre gruplaştırır. ... İşe otorite ilkesini getirir. ... Ama hepsi bu değildir; makine ya da atelye, işçiye bir patron vererek onu aşağıladıktan sonra, işçinin bu aşağılanması işini, onu zanaatçı rütbesinden sıradan işçi rütbesine indirerek tamamlar. ... Şu anda içinden geçmekte olduğumuz dönem, makineler dönemi, özel bir nitelik ile, ücretli işçi ile ayırdedilir. Ücretli işçi, işbölümünü ve değişimi izleyen sonuçtur. [I, 135, 136, 161.] 

M. Proudhon'a yalnızca basit bir anımsatma. İşin değişik parçalarının, herkese kendisini en uygun uzmanlaşmaya verme olanağı tanıyarak birbirinden ayrılması –ki M. Proudhon bu ayrılmanın tarihini dünyanın başlangıcına dek götürüyor–, yalnızca rekabetin egemen olduğu modern sanayide vardır. 

Atelyenin işbölümünden ve ücretli işçinin de atelyeden nasıl doğduklarını gösterebilmek için M. Proudhon, bize, çok "ilginç bir şecere" veriyor. 

1. "Üretimin değişik parçalara bölünmesi ve bunlardan herbirinin ayrı bir işçi tarafından yapılmasıyla", üretici güçlerin çoğaltılacaklarını farketmiş bir adam varsayıyor. 

2. Bu adam, "bu düşüncenin nereye varacağını kavrayarak, kendi kendine der ki: kendi koyduğu özel amaç için seçilmiş sürekli bir işçi grubu kurmakla daha sürekli bir üretim elde ederim, vb.". [I, 161.] 

3. Bu adam düşüncesini ve bu düşüncenin varacağı noktayı başkalarına kavratmak için, onlara bir öneride bulunur. 

4. Bu adam, sanayinin başlangıcında, sonradan kendi işçileri olacak yoldaşlarına eşitlik içinde davranır. 

5. "Gerçekte, patronun üstün durumu ve üreticilerin bağımlılığı karşısında, başlangıçtaki bu eşitliğin çarçabuk yok olmak zorunda kaldığı görülür." [I, 163.] 

Bu, M. Proudhon'un tarihsel ve anlatımcı yönteminin bir başka örneğidir. 

Şimdi de atelyenin ya da makinenin, işbölümü sonucu, topluma otorite ilkesini gerçekten sokup sokmadığını; bir yandan otoriteye boyuneğdirirken, öte yandan da onu eski durumuna getirip getirmediğini; makinenin, bölünmüş işin yeniden bileşimi, işin çözümlemesinin karşıtı olarak, işin sentezi olup olmadığını tarihsel ye ekonomik açıdan inceleyelim. 

Bir bütün olarak toplumun bir atelyenin içi ile ortak olan yanı, onun da kendi işbölümüne sahip olmasıdır. Tüm bir topluma uygulanmak üzere bir modern atelyedeki işbölümü modern olarak alınacak olsa, zenginlik üretimi için en iyi örgütlenmiş toplum, hiç kuşkusuz, topluluğun değişik üyelerine önceden saptanmış bir kural uyarınca görev dağıtımı yapan bir tek baş işverene sahip toplum olurdu. Ama durum hiç de böyle değildir. Modern atelyenin içinde işbölümünün işverenin otoritesiyle kılı kırk yararak düzenlenmesine karşılık, modern toplumda iş dağılımını özgür rekabet dışında sağlayan hiçbir kural, hiçbir otorite yoktur. 

Ataerkil sistemde, kast sisteminde, feodal ve korporatif sistemde, işbölümü, toplumun tümünde değişmez kurallara göre yapılmaktaydı. Bu kurallar, bir yasakoyucu tarafından mı konulmuşlardı? Hayır. Aslında maddi üretim koşullarından doğmuş bulunan bu kurallar, yasa durumuna ancak çok sonraları yükselmişlerdir. İşbölümünün bu değişik biçimleri, bu yoldan, toplumsal örgütlenmenin temelleri durumuna gelmişlerdir. Atelyedeki işbölümü ise, bütün bu toplum biçimleri içinde çok az gelişmişti. 

Hatta genel bir kural olarak denilebilir ki, toplum içindeki işbölümü ne denli az otoriteyle yapılırsa, atelye içindeki işbölümü de o denli gelişir ve o denli tek kişinin otoritesi altına girer. Demek ki, atelyedeki otorite ile toplumdaki otorite, işbölümü bakımından birbirleriyle ters orantılıdırlar. 

Şimdi sözkonusu olan sorun, mesleklerin birbirlerinden çok ayrılmış olduğu, her işçinin görevinin çok basit bir işlem durumuna indirgendiği ve otoritenin, sermayenin, işi gruplandırıp yönlendirdiği atelyenin ne tür bir atelye olduğudur. Bu atelye nasıl varedilmişti? Bu soruyu yanıtlamak için, gerçek anlamdaki manüfaktür sanayiinin nasıl geliştiğini incelememiz gerekir. Ben, burada, makineler ile henüz çağdaş olmayan, ama artık ne ortaçağ zanaatçılarının sanayii ve ne de ev sanayii olan sanayiden sözediyorum. Öyle fazla ayrıntı içine girmeyeceğiz: tarihin formüllerle yapılmadığını göstermek için yalnızca bellibaşlı birkaç noktaya değineceğiz. 

Manüfaktür sanayiinin oluşmasında en vazgeçilmez koşullardan biri de, Amerika'nın keşfinin ve buradan yapılan değerli maden ithalatının kolaylaştırdığı sermaye birikimiydi. 

Değişim araçlarındaki artışın, bir yanda ücretlerin ve toprak kiralarının düşmesi, öte yanda da sınai ve diğer kârların büyümesi sonucunu doğurduğu yeterince kanıtlanmıştır. Başka bir deyişle: mülk sahibi sınıfların ve işçi sınıfının, feodal beylerin ve halkın batması ölçüsünde, kapitalist sınıf, burjuvazi yükselmiştir. 

Manüfaktür sanayiinin gelişimine aynı anda katkıda bulunan daha başka koşullar da vardı: ticaretin Ümit burnu yolundan Hindistan'a sızdığı andan sonra dolaşıma sokulan metalardaki artış; sömürge sistemi; deniz ticaretinin gelişmesi. 

Manüfaktür sanayii tarihinde henüz üzerinde yeterince durulmamış bir başka nokta da, feodal beylerin çok sayıdaki maiyetlerinin dağıtılmasıdır ki, bunların aşağı takımı, atelyelere girmezden önce serseriler durumuna gelmişlerdi. Atelyenin yaratılmasından önce gelen onbeşinci ve onaltıncı yüzyıllarda serseriliğin neredeyse evrensel bir durum aldığı görülür. Bunların yanısıra atelye, tarlaların meraya dönüştürülmesi ve toprağın işlenmesinde daha az insan gerektiren tarımdaki ilerleme yüzünden sürekli olarak köylerden kovulan ve yüzyıllar boyunca kentlerde toplaşan çok sayıda köylülerin varlığında da güçlü bir destek buldu. 

Pazarın büyümesi, sermaye birikimi, sınıfların toplumsal durumlarındaki değişme, çok sayıda insanın gelir kaynaklarından yoksun bırakılmaları, bütün bunlar, manüfaktürün oluşmasının tarihsel önkoşullarıdırlar. İnsanları atelyelerde biraraya getiren şey, M. Proudhon'un dediği gibi, eşitler arasındaki dostça anlaşmalar değildi. Manüfaktürün doğuşu, eski loncaların bağrından bile olmamıştır. Modern atelyenin başına geçen eski lonca ustası değil, tüccardı. Hemen her yerde manüfaktür ile zanaatlar arasında kıyasıya bir savaşım vardı. 

Aletlerin ve işçilerin birikim ve yoğunlaşmaları, atelye içindeki işbölümünden önce olmuştur. Manüfaktür, işin çözümlenmesinden ve özel bir işçinin çok basit bir işe uygulanmasından çok, çok sayıda işçilerin ve çok sayıda zanaatçıların bir sermayenin emri altında, bir yerde, bir odada, biraraya getirilmesinden ibaretti. Bir atelyenin yararlılığı, bu biçimdeki işbölümünden çok, işin daha geniş boyutlarda yapılmasını, birçok gereksiz harcamalardan tasarrufu, vb. içermesiydi. 16. yüzyılın sonunda ve 17. yüzyılın başında Hollanda manüfaktürünün hemen hiçbir işbölümünden haberi yoktu. 

İşbölümünün gelişmesi, işçilerin bir atelye içinde biraraya toplanmalarını öngörür. Ne 16. ve ne de 17. yüzyılda, bir ve aynı zanaatın değişik kollarının, tam, hazır bir atelye elde etmek için, hepsinin bir yerde toplanmasına yeter ölçüde birbirlerinden ayrı işletildiklerini gösteren bir tek örnek yoktur. Ama insanlar ve aletler bir kez biraraya getirildikten sonra, lonca biçiminde varolmuş olan işbölümü, yeniden üretilmiş, zorunlu olarak atelyenin içine yansımıştı. 

Şeyleri görmeyen, gördüğü zaman da başaşağı gören M. Proudhon için Adam Smith'in anladığı anlamda işbölümü, kendi varlığının koşulu olan atelyeden önce gelir. 

Gerçek anlamda makine, 18. yüzyılın sonlarında ortaya çıkmıştır. Makinede işbölümünün antitezini, bölünmüş işin birliğini geri getiren sentezi görmekten daha saçma bir şey olmaz.

Makine, iş aletlerinin bir birleşmesidir, yoksa asla değişik işlemlerin işçi için bir biraraya getirilmesi değildir. "Her özgül işlem, işbölümü ile bir tek aletin kullanılmasını sağlayacak ölçüde basitleştirildiğinde, bu aletlerin hepsinin bir tek tertibat tarafından harekete geçirilecek biçimde birbirlerine bağlanması, bir makine oluşturur." (Babbage, Traité sur l’économie des machines vb., Paris 1833.) Basit aletler; aletlerin birikimi; bileşik aletler; bileşik bir aletin bir tek el tertibatı ile insan tarafından harekete geçirilmesi; bu araçların doğal güçlerle, makinelerle harekete geçirilmesi; bir tek motora sahip makineler sistemi; – makinenin ilerlemesi budur işte. 

Politik alanda kamu otoritesinin yoğunlaşması ile özel çıkarlarının bölünmesi ne denli birbirlerinden ayrılmazlar ise, üretim araçlarının yoğunlaşması ve işbölümü de o denli birbirlerinden ayrılmazlar. Toprağın, tarımsal işin bu aracının yoğunlaşması yanında, İngiltere'de, aynı zamanda, tarımsal işbölümü ve toprağın işletilmesinde makine uygulaması da vardır. Araçların bölündüğü, küçük işletmecilik sisteminin varolduğu Fransa'da ise, genel olarak ne tarımsal işbölümü, ne de makinenin toprağa uygulanması vardır. 

M. Proudhon için iş araçlarının yoğunlaşması, işbölümünün yadsınmasıdır. Gerçekte ise bunun tersini görüyoruz. Araçların yoğunlaşması geliştikçe, bölünme de gelişir ve vice versa.[38] Her büyük mekanik icadı daha büyük bir işbölümünün izlemesi ve buna karşılık işbölümündeki her artışın yeni mekanik icatlara yolaçması bundandır işte. 

İşbölümündeki büyük ilerlemenin, İngiltere'de makinenin icadından sonra başlamış bulunduğu olgusunu anımsatmaya gerek görmüyoruz. Dokumacıların ve iplikçilerin büyük bir kesimi, geri kalmış ülkelerde hâlâ görülenler gibi, köylüydüler. Makinenin icat edilmesi, manüfaktür sanayiini tarımsal sanayiden ayırdı. Son zamanlara kadar bir tek aile içinde birleşmiş olan dokumacı ile iplikçiyi makine birbirlerinden ayırdı. Dokumacı Hindistan'da otururken iplikçinin İngiltere'de yaşayabilmesi makine sayesindedir. Makinenin icadından önce, bir ülkenin sanayii, esas olarak, kendi toprağının ürünleri olan hammaddelerle yürütülmekteydi; İngiltere'de – yün, Almanya'da – keten, Fransa'da – ipek ve keten, Hindistan ve Doğu Akdeniz'de – pamuk vb.. Makinenin ve buharın uygulanması sayesinde, işbölümü öyle boyutlara ulaşabilmiştir ki, büyük sanayi, ulusal toprağından kopmuş olarak, artık tümüyle dünya pazarına, uluslararası değişime, uluslararası bir işbölümüne dayanmaktadır. Kısacası, makinenin işbölümü üzerinde öyle büyük bir etkisi vardır ki, herhangi bir nesnenin yapımında, bunun parçalarını mekanik olarak üretecek bir araç bulunduğunda, yapım hemen birbirinden bağımsız iki işe bölünmektedir. 

M. Proudhon'un makinenin icadında ve ilk uygulanmasında keşfettiği insancıl ve tanrısal amaçtan sözetmemize gerek var mı? 

İngiltere'de pazar, el emeğini artık yetersiz bırakacak denli çok geliştiğinde, makineye gereksinme duyulmuştu. 18. yüzyılda, zaten çok geliştirilmiş bulunan mekanik bilimleri uygulamaya sokmak düşüncesi işte o zaman doğdu. 

Otomatik atelye meslek yaşamına hiç de insancıl olmayan işlerle başladı. Çocuklar kırbaçla çalıştırılıyorlardı; bunlar alışveriş nesnesi olmuşlardı ve öksüz yurtlarıyla bu konuda anlaşmalar yapılmaktaydı. İşçilerin çıraklıklarıyla ilgili bütün yasalar kaldırılmaktaydı çünkü, M. Proudhon'un ifade biçimiyle söyleyelim, sentetik işçilere artık gerek kalmamıştı. Son olarak, 1825'ten sonraki hemen tüm yeni icatlar, işçinin uzmanlaşmış yeteneğinin değerini her ne pahasına olursa olsun düşürmeye çalışan işveren ile işçi arasındaki çatışmalardan doğmuşlardır. Her önemli grevden sonra ortaya yeni bir makine çıkmıştır. Makinelerin uygulanmasında işçi için gerçekte herhangi bir eski itibar iadesi, restorasyon –derdi buna M. Proudhon– o denli yoktu ki, işçi, 18. yüzyılda otomasyonun henüz başlamakta olan egemenliğine uzun bir süre karşı durdu. 

Wyatt, diyor doktor Ure, "uzun zaman Arkwright'a atfedilen iplik eğirici parmakları [yivli merdaneler dizisini] icat etti. ... Benim anlayışıma göre temel güçlük, kendi kendine hareket eden düzgün bir mekanizmanın icat edilmesinden çok, insanları başıbozuk çalışma alışkanlıklarından vazgeçtirecek ve kendilerini karmaşık otomasyonun değişmez düzenliliğine uyduracak biçimde eğitmekte yatıyordu. Ama fabrika çalışmasının gerektirdiği başarılı bir fabrika disiplin tüzüğünü bulmak ve uygulamak Arkwright'in Herkülce girişimi, soylu başarısı olmuştur."[39] 

Kısacası, makinenin girmesiyle toplum içindeki işbölümü büyümüş, atelye içindeki işçinin görevi basitleştirilmiş, sermaye yoğunlaştırılmış, insanların parçalanmaları daha da ötelere götürülmüştür. 

M. Proudhon bir iktisatçı olmak ve "kavrayıştaki düşüncelerinin dizisel ilişki içindeki evrimi"ni bir an için bırakmak istediğinde, gidip Adam Smith'ten, otomatik atelyenin daha henüz varolmaya başladığı bir zamandan, derin bilgi alıyor. Gerçekten de, Adam Smith zamanındaki işbölümü ile otomatik atelyede gördüğümüz işbölümü arasındaki fark ne büyüktür! Bunun doğru-dürüst anlaşılması için Dr. Ure'nin Philosophie des manufactures adlı yapıtından birkaç pasaj aktarmamız yeterlidir. 

"Adam Smith ekonominin öğeleri konusundaki ölümsüz yapıtını yazdığı sıra otomatik makine, çok az bilindiğinden, işbölümünü, haklı olarak, manüfaktürdeki ilerlemenin büyük ilkesi olarak görmüştü; ve aynı şeyi yapa yapa, böylece, bir noktada, kendisini yetkinleştirme olanağına kavuşturulan her zanaatçının nasıl daha hızlı ve daha ucuz bir işçi durumuna geldiğini iğne yapımı örneğinde göstermiştir. Manüfaktürün her dalında, bu ilkeye bağlı olarak, iğne tellerini aynı uzunlukta kesmek gibi bazı kısımların yapılması kolay, iğne başlarının biçimlendirilmesi ve yerlerine oturtulması gibi bazılarının da birbirlerine kıyasla daha zor olduklarını görmüştür; ve bundan da, bu kısımlardan her birine, doğal olarak, uygun değerde ve mahiyette bir işçinin atandığı sonucuna varmıştır. Bu ayırma, işbölümünün özünü oluşturur. ... Ama Dr. Smith'in zamanında yararlı bir örnek konusu olan şey, manüfaktür sanayiinin doğru ilkesi konusunda halkın kafasını yanıltma tehlikesi göze alınmaksızın bugün kullanılamaz. ... Gerçekte, işin insanların değişik yeteneklerine göre bölünmesi, ya da daha doğrusu, uydurulması, fabrika istihdamında pek gözönünde bulundurulamaz. Tersine, bir işlemin elde özel hüner ve şaşmazlık gerektirdiği her yerde, bunlar, çok çeşitli düzensizliklere yatkın usta işçiden en kısa sürede çekilip alınmış ve bir çocuğun bile yönetebileceği kadar kendi kendini düzenleyen özel bir mekanizmanın sorumluluğuna bırakılmıştır. 

Öyleyse otomatik sistemin ilkesi, el hünerinin yerini mekanik biliminin, ve işin zanaatçılar arasında bölünmesi ya da derecelendirilmesinin yerini de bir işlemin temel bileşenlerine ayrılmasının almasıdır. El zanaatları düzeyinde azçok hünerli emek, çoğu kez, üretimin en pahalı öğesiydi ...ama otomatik düzeyde hünerli emek, giderek yerini yitirir ve en sonunda onun yerine makine gözeticileri geçer. "

"İşçi, insan yaradılışının bozukluğu yüzünden, ne denli hünerli ise, o denli kendi başına buyruk ve inatçı olma eğilimi taşır ve, elbette, arasıra göstereceği düzensizlikler yüzünden, bütüne büyük zararlar verebileceği mekanik bir sistemin bir parçası olmaya da o denli az uygundur. Bundan ötürü, çağdaş manüfaktürün büyük amacı, sermaye ve bilimin birliği yoluyla, işçilerinin görevini uyanık ve becerikli olmaya indirgemektir – bunlar bir işlem içinde yoğunlaştırıldıklarında gençlerde hızla yetkinliğe ulaştırılan yeteneklerdir. 

Derecelendirme sisteminde, bir insan, elleri ve gözleri belirli mekanik beceriler için yeterince hüner kazanmazdan önce, uzun yıllar çıraklık yapmak zorundadır; ama bir işlemi bileşenlerine ayrıştırma ve her parçayı bir otomatik makinede maddeleştirme sisteminde ise, sıradan dikkat ve yetenek sahibi bir insana, sözü edilen basit parçalardan herhangi biri, kısa bir denemeden sonra emanet edilebilir ve acil durumlarda, patronun kararı ile, bu parçaların birinden ötekine aktarılabilir. Bu aktarmalar, bir insanı, bir ömür boyu iğne başını biçimlendirme, diğerini ise iğnenin ucunu sivriltme işine bağlayan en sıkıcı ve ruhu yıpratıcı eski işbölümü uygulamasından bütünüyle farklıdır. ... Ama kendi kendine işleyen makinelerin eşitleme düzeyinde, operatör, yeteneklerini yalnızca uygun ölçülerde kullanmak durumundadır. ... İşi iyi düzenlenmiş bir mekanizmanın çalışmasını gözetmekten ibaret olduğundan, bunu çok kısa bir sürede öğrenebilir; ve bir makineden diğerine geçtiğinde, kendisinin ve iş arkadaşlarının çalışmalarından doğan genel bileşimler üzerinde kafa yorarak görevini çeşitlendirmiş ve görüş açısını genişletmiş olur. Demek ki, ahlakçı yazarların haksız olmayarak işbölümüne bağladıkları organların işlemez hale gelmesi, düşünme yeteneğinin daraltılması, bedensel gelişmenin engellenmesi, sanayinin dengeli dağılımı durumunda, olağan koşullarda varolamazlar. ... "

İnsan emeğini tümüyle kaldırmak ya da erkeklerin yerine kadın ve çocukları veya eğitilmiş zanaatçıların yerine sıradan işçileri çalıştırarak insan emeğinin maliyetini azaltmak, gerçekte makinelerdeki her gelişmenin değişmez amaç ve eğilimidir. ... Geniş deneyimlere sahip kalfanın yerine, yalnızca dikkatli gözlere ve çevik parmaklara sahip çocukları çalıştırma eğilimi, işi hüner derecelerine göre bölme skolastik dogmasının bizim aydın imalatçılarımız tarafından nasıl çürütülmüş olduğunu gösterir. (Andre Ure, Philosophie des manufactures ou économie industrielle, c. I, böl. 1 [s. 27-30,32-35].) 

Modern toplumda işbölümünü tanımlayan şey, onun uzmanlaşmış işlemler, uzmanlar ve bunlarla birlikte meslek ahmaklığı doğurmasıdır. 

Eski Yunanlılar ve Romalılar arasında diyor Lemontey "aynı kişinin, kendisini filozof, şair, hatip, tarihçi, din adamı, yönetici, bir ordunun generali olarak yüksek derecelere çıkardığını gördüğümüzde büyük hayranlık duyarız. Bu denli geniş bir nüfuz alanı karşısında ruhumuz dehşete kapılıyor. Herbirimiz ise, yalnızca kendi bahçemizde uğraşır ve kendimizi bir bahçenin çitleri arasına hapsederiz. Bu parselleme ile alanın genişleyip genişlemediğini bilmem ama, bildiğim bir şey varsa, o da, bunun, insanı küçülttüğüdür." 

Otomatik atelyede işbölümünü tanımlayan şey, işin, orada uzmanlaşmış niteliğini tümüyle yitirmiş olmasıdır. Ama her tür özel gelişme durduğu an, evrensellik gereksinmesi, bireyin parçalanmamış gelişmeye karşı gösterdiği eğilim kendisini duyurmaya başlar. Otomatik atelye, uzmanları ve meslek ahmaklığını silip süpürür. 

M. Proudhon otomatik atelyenin bu biricik devrimci yanını olsun anlamamış olduğundan, geriye doğru bir adım atıyor ve işçiye, bir iğnenin yalnızca onikide-birini yapması yerine, ardı ardına oniki parçanın hepsini yapmasını öneriyor. Böylece işçi, iğnenin bilgisine ve bilincine varacakmış. Budur M. Proudhon'un sentetik emeği. İleriye doğru bir hareket ve ardından geriye doğru bir hareket yapmanın, sentetik bir hareket yapmak olduğundan kimse kuşku duyamaz. 

Özetlersek, M. Proudhon, küçük-burjuva idealinden öteye geçmemiştir. Ve bu ideali gerçekleştirmek için bizi gerisin geriye, ortaçağın kalfasına ya da, olsa olsa, usta zanaatçısına götürmekten daha iyisini düşünemiyor. Kitabın bir yerinde, insanın yaşamında, bir şaheseri bir kez yaratmış olması, bir kezcik adam olduğunu hissetmesi yeterlidir diyor. Hem biçim olarak ve hem de öz olarak ortaçağ loncasının aradığı şaheser de bu değil midir? 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.