14 Ocak 2014 Salı

BİRİNCİ GÖZLEM

Karl Marx
Biz, zaman sırasına uygun değil, birbirini izleyen düşüncelere uygun bir tarih anlatmaktayız. Ekonomik evreler ya da kategoriler, görünüşte bazan çağdaştırlar, bazan da bunun tersi. ... Bununla birlikte, ekonomik teoriler, mantıksal ardıllığa ve kavrayışta seri ilişkilere sahiptir: biz, işte bu düzeni keşfetmiş olmakla övünüyoruz. (Proudhon c. I, s. 146.) 

Hiç kuşku yok ki, M. Proudhon, Fransızları yüzlerine yarı-hegelci tümceler fırlatarak korkutmak istemiştir. Demek ki, iki kişiyle uğraşmak zorundayız: ilkin M. Proudhon'la, sonra da Hegel'le. M. Proudhon kendisini öteki iktisatçılardan nasıl ayırdediyor? Ve M. Proudhon'un ekonomi politiğinde Hegel'in oynadığı rol nedir? 

İktisatçılar, burjuva üretim ilişkilerini, işbölümünü, krediyi, parayı vb. sabit, değişmez, ölümsüz kategoriler olarak ifade ediyorlar. Önünde bu hazır-yapılmış kategoriler duran M. Proudhon, bize, bu kategorilerin meydana geliş olayını, yaratılışlarını, ilkelerini, yasalarını, fikir ve düşüncelerini açıklamak istiyor. 

İktisatçılar üretimin yukarda sözü edilen ilişkiler içinde nasıl yapıldığını açıklarlar, ama bizzat bu ilişkilerin nasıl üretildiklerini, yani onları doğuran tarihsel hareketi açıklamazlar. Bu ilişkileri, ilkeler, kategoriler, soyut düşünceler olarak kabullenen M. Proudhon'un yapacağı tek şey, ekonomi politik üzerine yazılmış her malzemenin sonunda alfabetik sıraya göre verilmiş bu düşünceleri bir düzene sokmaktan ibarettir. İktisatçının malzemesi, insanoğlunun etkin, enerjik yaşamıdır; M. Proudhon'un malzemesi ise, iktisatçıların dogmalarıdır. Ama üretim ilişkilerinin tarihsel hareketinin, ki kategoriler bunun teorik ifadesinden ibarettirler, peşini bıraktığımız an, bu kategorilerin içinde fikirlerden, gerçek ilişkilerden bağımsız kendiliğindenci düşüncelerden başka bir şey görmek istemediğimiz an, bu düşüncelerin kaynağını saf akim hareketine bağlamak zorunda kalırız. Saf, ölümsüz, kişisel olmayan akıl, bu düşünceleri nasıl doğurur? Bunları üretmek için nasıl bir yol izler? 

Hegelcilik konusunda M. Proudhon'un pervasızlığı bizde de olaydı, şöyle dememiz gerekirdi: o, kendi içinde kendisinden ayırdedilir. Bu ne demektir? Kişisel olmayan akıl, kendi dışında, ne kendisine üzerinde durum aldırtabileceği bir temele, ne kendisini karşısına koyabileceği bir nesneye, ne de kendisini oluşturabileceği bir özneye sahip olarak durum alırken, karşıt olurken ve oluşurken tepetaklak olma zorundadır – durum, karşıtlık, oluşum. Yunanca söylersek – tez, antitez ve sentez. Hegelci dili bilmeyenler için kutsal formülü vereceğiz: – olumlama, yadsıma ve yadsımanın yadsınması. İşte dilin anlatmak istediği budur. Bu kesenkes İbranice olmayıp, (M. Proudhon'dan özür dileriz) bireyden ayrı olan o saf aklın dilidir. Sıradan konuşma, ve düşünce biçimi olan sıradan kişi yerine, şimdi karşımızda kişiden yoksun bu sıradan biçimin kendisinden başka bir şey yok. 

Her şeyin kendisini son soyutlamada –çünkü burada tahlil değil, soyutlama var– mantıksal bir kategori olarak sunması şaşırtıcı mıdır? ilkin onu oluşturan malzemeyi, ardından da onu ayırdeden biçimi bir kenara atarak, bir evin kişiliğini meydana getiren her şeyi azar azar boşaltırsanız, sonuçta elinize yalnızca bir bedenin kalması; bu bedenin sınırlarını da hesaba katmayacak olursanız, geriye bir mekandan başka bir şey kalmaması; son olarak, bu mekanın boyutlarını hesaba katmayacak olursanız, geriye kesinlikle hiçbir şeyin kalmaması şaşırtıcı mıdır? Böylece her özneden canlı ya da cansız, insan ya da şey, bütün öne sürülen arızaları soyutlayacak olursak, son soyutlamada geriye kalan biricik özün mantıksal kategoriler olduğunu söylemekte haklı oluruz. Böylece, bu soyutlamaları yapmakla çözümleme yaptıklarını sanan ve kendilerini şeylerden ne denli kopartırlarsa, o denli şeylerin özüne girme noktasına yaklaştıkları kuruntusuna kapılan metafizikçiler, burada, el altındaki şeylerin asıl örgüsünün mantıksal kategorilerin oluşturduğu işleme süsler olduğunu söylemekte haklı olurlar. Filozofu, hıristiyandan ayıran işte budur. Mantığa karşın kelamın maddeleşmesi hıristiyan için yalnız bir biçimde olur; filozof ise maddeleşmeyle olan ilişkisini hiç kesmemiştir. Bütün varolanlar, kara ve denizde yaşayanların tümü, soyutlama yoluyla bir mantıksal kategoriye indirgenebiliyorsa –eğer tüm gerçek dünya böylece bir soyutlamalar dünyası içinde boğulabiliyorsa– kimsenin buna şaşmasına gerek kalır mı? 

Bütün varlıklar, kara ve denizde yaşayanların tümü, ancak bir tür hareket ile varolurlar ve yaşarlar. Tarihin hareketi de toplumsal ilişkileri böyle üretir; sınai hareket bize sınai ürünler vb. verir. 

Tıpkı soyutlama aracılığı ile her şeyi bir mantıksal kategori haline dönüştürmemiz gibi, soyut durumda hareketi, – yalnızca biçimsel hareketin salt mantıksal formülünü– elde etmek için de değişik hareketleri bütün ayırdedici' niteliklerinden soyutlamamız yeterlidir. Kişi mantıksal kategorilerde bütün şeylerin özünü buluyorsa, hareketin mantıksal formülünde de, yalnızca her şeyi açıklamakla kalmayıp şeylerin hareketini de belirten mutlak yöntemi bulduğunu sanır. 

Bu mutlak yöntemden Hegel şöyle sözetmektedir: "Yöntem, hiçbir nesnenin karşı koyamayacağı mutlak, eşsiz, en yüce, sonsuz güçtür; aklın kendisini her nesne içinde tekrar bulma, tanıma eğilimidir." (Logique, c. III.[29]) Bütün şeylerin bir mantıksal kategoriye ve her hareketin her üretim eyleminin yönteme indirgenmesinden doğal olarak çıkacak sonuç, her ürün ve üretim yığınının her şeyler ve hareketler toplamının bir uygulamalı metafizik biçimine indirgenebileceğidir. Hegel'in din, yasa vb. için yaptıklarını M. Proudhon ekonomi politik için yapmaya çalışıyor. 

Öyleyse nedir bu mutlak yöntem? Hareketin soyutlanması. Hareketin soyutlanması nedir? Soyut durumda hareket. Soyut durumda hareket nedir? Hareketin saf mantıksal formülü ya da saf aklın hareketi. Saf aklın hareketi nelerden ibarettir? Kendisine durum almaktan, kendisine karşıt olmaktan, kendisini oluşturmaktan; kendisini tez, antitez, sentez olarak formüle etmekten; ya da, gene, kendisini olumlamaktan, kendisini yadsımaktan, kendi yadsımasını yadsımaktan. 

Akıl kendisini olumlamayı, kendisine belirli bir kategori içinde durum aldırmayı nasıl başarır? Bu, aklın kendisinin ve onun savunucularının bileceği iştir. 

Ama bir kez tez olma durumu aldı mı, kendisine karşıt olan bu tez, bu düşünce, iki çelişik düşünceye ayrışır – olumlu olan ve olumsuz olan, evet olan ve hayır olan. Antitezin içerdiği bu iki uzlaşmaz karşıtlıktaki öğenin arasındaki savaşım diyalektik hareketi oluşturur. Evet hayıra dönüşerek, hayır evete dönüşerek, evet hem evete hem hayıra dönüşerek, hayır hem hayıra hem evete dönüşerek, karşıtlar birbirlerini dengelerler, etkisizleştirirler, felç ederler. Bu iki çelişik düşüncenin kaynaşması, onların sentezi olan yeni bir düşünce oluşturur. Bu düşünce bir kez daha iki çelişik düşünceye ayrışır ki, bunlar da yeni bir sentez içinde kaynaşırlar. Bu sancıdan bir grup düşünce doğar. Bu düşünce grubu basit kategorinin izlediği aynı diyalektik hareketi izler ve 

karşısında antitez olarak çelişik bir grup vardır. Bu iki grup düşünceden, onların sentezleri olan yeni bir grup düşünce doğar. 

Basit kategorilerin diyalektik hareketinden de diziler doğar, ve dizilerin diyalektik hareketinden ise tüm sistem doğar. 

Bu yöntemi ekonomi politiğin kategorilerine uygulayın, ekonomi politiğin mantık ve metafiziğini elde edersiniz, ya da bir başka deyişle, herkesin bildiği ekonomik kategorileri, saf akim kavrayışı içinde yeni çiçek açmış gibi görünsünler diye az bilinen bir dile çevrilmiş olarak elde edersiniz; bu kategoriler, diyalektik hareketin bu işleyişi ile, bu denli birbirlerini oluşturan, bu denli birbirlerine bağlı ve örülü gibi görünürler. Okur, bütün bu kategoriler, gruplar, diziler ve sistemler basamaklarına bakıp, bu metafizikten dehşete kapılmamalıdır. M. Proudhon, çelişkiler sisteminin yüksekliklerini ölçmek için gösterdiği bütün çabalara karşın, ilk iki basit tez ve antitez basamağından ötesine hiçbir zaman ulaşamamıştır; ve bunlara bile ancak iki kez tırmanmış ve bir defasında da sırtüstü yere düşmüştür. 

Buraya kadar yalnızca Hegel'in diyalektiğini açıkladık. M. Proudhon'un bunu nasıl en bayağı ölçülere indirgediğini ilerde göreceğiz. Demek ki, Hegel için bütün olup bitenler ve hâlâ olanlar, yalnızca kendi kafasının içinde olanlardan ibarettir. Tarih felsefesi, böylece, felsefe tarihinden, kendi felsefesinin tarihinden başka bir şey değildir. Artık "tarih sırasına uygun bir tarih" yok, "kavrayışta birbirini izleyen düşünceler" vardır. O, düşünce hareketi ile dünyayı inşa ettiğini sanıyor, oysa herkesin kafasının içinde varolan düşünceleri yalnızca sistematik olarak yeniden inşa etmekle ve mutlak yönteme göre sınıflandırmakla kalıyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.