13 Ocak 2014 Pazartesi

EK: PROUDHON ÜZERİNE - KARL MARX'TAN J. B. SCHWEITZER'E MEKTUP

Karl Marx
Aziz efendim, 

Dün, benden Proudhon hakkında etraflı bir eleştirme isteyen mektubunuzu aldım. Zaman yokluğu beni istediğinizi yerine getirmekten alıkoydu. Bundan başka, elimde de onun eserlerinden hiç biri yok; bununla beraber iyi niyetimim ispat etmek için, alelacele, kısa bir taslak yazıyorum. Onu tamamlayabilir, ona ekler yapabilir veya ondan bazı yerleri kesip çıkartabilirsiniz; kısacası, istediğinizi yapabilirsini.176 

Proudhon'un ilk denemelerini hatırlamıyorum. Langue Universelle (Evrensel Dil) hakkındaki okul çalışması onun çözümü için gerekli ilk bilgilerden yoksun bulunduğu problemlere nasıl patavatsızca saldırdığını gösterir. 
İlk eseri Qu'est ce que la propriété? (Mülkiyet Nedir?) şüphesiz en iyi eserdir. Bu kitap, muhtevasının yeniliği ile değilse bile, hiç değilse her konuda yeni ve cüretli anlatış tarzıyla çığır açıcı olmuştur. Eserini tanıdığı Fransız sosyalistleri, mülkiyet'i çeşitli açılardan eleştirmekle kalmamış, kendi ütopyacı tarzlarından onun 'hesabını da görmüş'lerdi Bu kitapta Proudhon'un Siant-Simon ve Frourier ile ilişkisi, Feuerbach'ın Hegel ile ilişkisi kadardır. Hegel ile kıyaslanırsa, Feuerbach, son derece zavallı kalır. Ama gene de o, Hegel'den son çığır açıcı olmuştur; çünkü Hristiyan bilincine aykırı fakat felsefî eleştirinin ilerlemesi bakımından önemli olan ve Hegel'in mistik bir yarı karanlık içinde bıraktığı bazı noktalar üzerinde ısrarla durmuştur. 

Proudhon'un, bu ifadeyi kullanmama izin verilirse, gürbüz üslûbu bu kitabında henüz yaşıyor. Ve onun başlıca meziyeti, benim görüşüme göre, üslûbudur. 

Eskiyi yeniden üretmekle kaldığı zaman bile Proudhon'un, söylediğinin kendisi için yeni olduğunu keşfettiği görülebilir. Kutsal ekonomik [kavramlara -ç.] el kaldırmakla gösterdiği kışkırtıcı cüret, alelâde burjuva kafasını alay konusu yapan parlak pradoksları, kemirici eleştirileri, acı alayları ve şurada burada beliren, mevcut düzenin rezaletlerine karşı derin ve içten kızgınlık duygusu, devrimci bir içtenlik, bütün bunlar Mülkiyet Nedir?'in okuyucularını elektriklendirmişti, ve ilk çıkışında büyük bir heyecan yaratmıştı. Sıkı sıkıya bilimsel bir ekonomi politik tarihî kitabında, bu kitabın adı anılmaya değmezdi, fakat bu türden heyecan uyandırıcı eserler, bilimlerde, tıpkı edebiyat tarihî kadar çok rol oynar. Örneğin Malthus'un Population (Nüfus) hakkındaki denemesini alınız. İlk basıldığında heyecan uyandıran bu broşür, başından sonuna kadar başkalarının eserlerinden aşırmadan başka bir şey değildir. Ama insan cinsine bu iftira, gene de ne büyük bir teşvik yaratmıştı! 

Proudhon'un kitabı önümde olsaydı onun eski üslûbunu belirtmek için kolayca birkaç örnek verebilirdim. En önemli diye baktığı parçalarda Kant'ın antinomileri işleyiş tarzını taklit eder; -o zamanlar tanıdığı tek Alman filofozu olan ve eserlerini çevirilerden okuduğu Kant- ve insanda, Kant'da olduğu gibi onda da antinomilerin çözümünün insan anlayışının 'ötesinde', yani bizzat kendi anlayışının karanlıkta bulunduğu kuvvetli izlenimini bırakır. Fakat görünüşteki, yerleşmiş inançları yıkma havasına rağmen Mülkiyet Nedir?de toplumu bir taraftan bir Fransız küçük köylüsü (daha sonra küçük burjuvası) açısından, ve öte taraftan sosyalistlerden gelen mirasdan türettiği ölçülerle eleştirmesindeki çelişme belirir. 

Kitabın yetersizliğini, bizzat adı gösteriyor. Soru o kadar yanlış formüle edilmiştir ki buna doğru cevap verilemezdi. Eski Yunan - Roma 'mülkiyet ilişkileri'ni feodal mülkiyet ilişkileri, bunları da burjuva mülkiyet ilişkileri yutmuştur. Böylece bizzat tarih, geçmişteki mülkiyet ilişkileri üzerinde eleştirisini uygulamıştır. Proudhon'un fiilen ele aldığı, bugünkü mevcut tarzıyla çağdaş burjuva mülkiyetidir. Bunun ne olduğu sorusu, ancak bunları iradî ilişkiler olarak hukukî ifadeleri içinde değil, fakat gerçek şekillerinde yani üretim ilişkileri olarak, üretim ilişkilerinin tümü olarak kucaklayan ekonomi politiğin eleştirici bir analizi ile cevaplanabilirdi. Fakat Proudhon, bu ekonomik ilişkilerin bütününü genel hukukî mülkiyet kavramı ile karmakarışık ettiğinden, Brissot'nun177 benzer bir eserde daha 1789'da aynı kelimelerle verdiği "Mülkiyet, hırsızlıktır." cevabının ötesine geçemedi. 

Bundan çıkarılabilecek sonuç 'hırsızlık' konusundaki burjuva hukukî kavramlarının burjuvanın 'namuslu' kazançlarına da pekâlâ uygulanabileceğinden öteye gidemez. Diğer taraftan hırsızlık mülkiyetin zor kullanarak ihlâli olduğundan, [önce -ç.] mülkiyetin varlığını varsayar. Ve bu yüzden Proudhon gerçek burjuva mülkiyeti konusunda, kendisi için bile karanlık kalan çeşitli fantazilerle, karmakarışık ve anlaşılmaz hale geldi. 

1844'de Paris'te kaldığım sırada Proudhon'la şahsen temasa geldim. Bunu burada anmamın sebebi İngiliz'lerin ticari mallara fesat karıştırılmasına verdikleri ismi kullanarak söyliyeyim, onun bu 'saffetsiz'liğinden bir ölçüye kadar benim de sorumlu olmamdır. Çoğu zaman bütün gece süren uzun tartışmalar esnasında ona, Almanca bilmediği için gerektiği gibi inceliyemediği, Hegelciliği ben aşıladım. Benim Paris'ten sürülmemden sonra, bu işe Herr Karl Grün devam etti. Bir Alman felsefesi öğretmeni olarak [Karl Grün -ç.] öğrettiğinden kendisi hiç bir şey anlamadığı için, bu bakımdan benden üstündü. 

Önemli ikinci eseri Philosophie de la Misére'in çıkışından kısa bir zaman önce Proudhon, bana çok ayrıntılı bir mektubunda [kitabının çıkacağını -ç.] bildirdi; burada, daha başka şeylerle birlikte "eleştirinizin kırbacını bekliyorum." diyordu. Misére de la Philosophie, etc., Paris 1847, (Felsefenin Sefaleti) eserimde bu kırbacı, dostluğuma son veren bir tarzda, yedi. 

Buraya kadar söylediklerimden anlayabilirsiniz ki Proudhon'un Philosophie de la Misére ou le Systéme des Contradictions économiques eseri ilkin 'Mükiyet Nedir? ' sorusuna onun cevabını ihtiva etmeliydi. Aslında o, ekonomik çalışmalarına bu ilk eserinin yayınlanmasından sonra başlamıştı; ortaya attığı sorunun küfürle değil ancak çağdaş ekonomi politiğin analizi ile cevaplandırılabileceğini keşfetmişti. Aynı zamanda ekonomik kategoriler sistemini, diyalektik vasıtasıyla kurmaya girişti. Kant'ın çözülemez antinomileri yerine, gelişme aracı olarak Hegel'in 'çelişme'si geçecekti. İki kalın ciltlik kitabını değerlendirmek için, buna bir cevap olarak yazdığım eseri anmam gerekir. Orada, onun, bilimsel diyalektiğin sırlarına ne kadar az girebildiğini ve tersine ekonomik kategorileri ele alışında spekülatif felsefenin aldatıcı hayallerini nasıl paylaştığını; bunları maddi üretimdeki özel bir gelişme aşamasına tekabül eden tarihî üretim ilişkilerinin nazarî ifadeleri diye anlamak yerine bunları, önceden varolan ölümsüz fikirler laflarına dönüştürdüğünü ve bu dolambaçlı yoldan bir defa daha burjuva ekonomisinin178 görüş açısına vardığını gösterdim. 

Bundan başka onun eleştirmeye giriştiği, ekonomi politik bilgisinin ne kadar çok eksik ve yanlış ve hattâ bazan okul çocuğu düzeyinde olduğunu; ve onun ve ütopyacıların, bilimlerini, kurtuluşun maddî şartlarını bizzat üreten tarihî hareketin tenkitçi bilgisinden türetmek yerine "sosyal sorunun çözümlenmesi" için apriyori bir formül bulup ortaya çıkarabilecekleri bir sözde 'bilim' peşinde olduklarını gösterdim. Fakat özellikle bütün işin temeli olan değişim değeri konusunda Proudhon'un ne kadar karışık, yanlış ve sathî kaldığını ve hattâ Ricardo'nun değer teorisinin hayalci bir yorumunu yeni bir bilimin temeli olarak kullanmaya çabaladığını meydana çıkardım. Onun genel görüş açısıyla ilgili olarak şu hükme vardım: 

"Her ekonomik ilişkinin bir iyi, bir de kötü yanı var; bu, M. Proudhon'un kendi kendini aldatmadığı bir noktadır. O, bu iyi yanı iktisatçıların açıklayıp yaydıklarını, kötü yanı ise sosyalistlerin ele verdiğini ve şiddetle aleyhinde bulunduklarını görüyor. İktisatçılardan ölümsüz ilişkiler zorunluluğunu alıyor, sosyalistlerden sefalette sefaletten başka hiç bir şey görmeme aldatıcı hayalini alıyor. Bilimin otoritesine sırtını dayamakta ise, her ikisi ile anlaşıyor. Ona göre bilim, kendini bir bilimsel formülün çok küçük oranlarına indirir; M. Proudhon, formüller peşinde dolaşan bir insandır. İşte böylece M. Proudhon hem ekonomi politiği hem de sosyalizmi eleştirmiş olmakla öğünür. Oysa o, her ikisinin de aşağısındadır. İktisatçılardan aşağıdadır, çünkü dirseğinin dibinde sihirli bir formül olan bir filozof olarak, sırf ekonomik ayrıntılara girmeyebileceğini sanmıştır; sosyalistlerden aşağıdadır, çünkü, spekülatif tarzda da olsa burjuva görüş ufkunun üstüne yükselebilecek cesaretten ve görüş gücünden yoksundur. 

"O, sentez olmak ister; oysa, bileşik bir hatadan ibarettir." 

"Bilim adamı olarak burjuvazinin ve proletaryanın üzerinde uçmak istiyor; oysa o, sadece sermaye ile emek arasında, ekonomi politik ile sosyalizm arasında, bir o yana bir bu yana devamlı olarak atılan bir küçük burjuvadır."179 Yukardaki hüküm ağır olmakla beraber bugün de her kelimesini tasdik ederim. Bununla beraber, şu da hatırlanmalıdır: kitabının sosyalizmin küçük burjuva düstûru ve rehberi olduğunu söylediğim ve ispat ettiğim zaman Praudhon, henüz hem iktisatçılar hem de sosyalistler tarafından aşırı ve üstün devrimci olarak nitelendiriliyordu. Bu yüzden, daha sonraları, ben onun devrime 'ihaneti' konusunda koparılan feryatlara hiç katılmadım. Başlangıçta hem başkaları hem de kendisi tarafından yanlış anlaşılması ve haklı olmayan umutları gerçekleştirmekte başarısızlığa uğraması onun kendi hatası değildi. 

Philosophie de la Misére, Proudhon'un sunuş metodundaki kusurlar bakımından Qu'est ce que la propriété? ile kıyaslanırsa çok geri kalır. Burada üslûp çoğu zaman, Fransızların söyleyişiyle, şişirmedir. Alman felsefesine ait olduğu varsayılan gürültülü süpükülatif mesleki dil, onun keskin Gal'li anlayışı kendisine başarı sağlayamadığı zaman, meydana çıkıyor. Kendi kendini reklam eden, kendi kendini öven bir eda ve özellikle, hiç de yüceltici olmayan, 'bilim' konusundaki laf kalabalığı daima kulağı tırmalıyor. İlk kitabındaki içten ve gerçek sıcaklık yerine burada, bazı parçalar, belagat yardımıyla, gelip geçici bir fazla hararet örtüsüne sistematik bir şekilde sokulmuştur. Buna, kendi orijinal düşünüşünden duyduğu ilkel gururu artık kırılmış bulunan ve bilimde sonradan görme biri olarak, olmadığı ve sahip bulunmadığı şeylerle övünmeyi şimdi gerekli bulan, kendi kendini yetiştirmiş birinin beceriksiz ve zevksiz ukalalığını ekleyiniz. Sonra, aslında bir "Devlet Müşaviri" olan Dunoyer gibi bir adama yaltaklanırken, siyasî tutumu sebebiyle proletaryanın saygı gösterdiği Cabet gibi bir adama açık, derin ve hattâ dürüst olmayan yakışıksız ve zalim bir tarzda hücum eden küçük burjuva zihniyetini ilave edin. Bu Dunoyer'in bütün önemi 3 ciltlik dayanılmayacak kadar sıkıcı kitabında Helvetius'un "mutsuzların dürüst olmasını isteyen" diye nitelendirdiği bir bağnazlığı yaymakta gösterdiği gülünç gayretten ibarettir. 

Şubat devrimi, muhakkak, 'devrimler çağı'nın ebediyen geçtiğini daha birkaç hafta önce reddedilmez tarzda ispat etmiş bulunan Proudhon için pek elverişsiz bir zamanda geldi. Millet Meclisinde yaptığı çıkış, mevcut şartları kavramakta az bir kavrayış yeteneği göstermiş olmakla beraber, gene de her türlü övgüye değer. Haziran ayaklanmasından sonra, bu, büyük bir cesaret isteyen bir eylemdi. Bundan başka M. Thiers'in M. Proudhon'un tekliflerine karşı yaptığı ve sonradan yayınlanmış bulunan konuşma Fransız burjuvazisinin bir entelektüel direğinin nasıl çocukca bir kaide basamağına oturtulduğunu meydana çıkarmak gibi mutlu bir sonuç vermişti. Gerçekten M. Thiers'le kıyaslanınca Proudhon, tufandan önce yaşamış bir dev büyüklüğüne ulaştı. 

Proudhon'un 'faizsiz kredi' ve bunun üzerine kurulmuş olan 'halkın bankası' keşfi onun son ekonomik 'icraatı' olmuştu. Zur Kritik der Politischen Ökonomie, Berlin 1859 (s. 59-64) kitabımda onun düşüncelerinin nazarî temelinin burjuva ekonomi politiğinin ilk öğelerini, yani metalarla para arasındaki ilişkiyi bilmemesinden doğduğunun kanıtı ve ispatı bulunuyor. Bu düşüncelerin pratikteki tezahürü ise daha eski ve daha iyi geliştirilmiş şemaların basit bir kopyasından ibarettir. 

Belli iktisadi ve siyasî şartlar altında kredi sisteminin, İngiltere'de 18. yüzyılın başında ve 19. yüzyılın başında bir sınıfın zenginliğinin başka bir sınıfa aktarılmasına yardım ettiği gibi, işçi sınıfının kurtuluşunu hızlandırmaya da hizmet edebileceği tartışmasız kabul edilebilir. Fakat faiz getiren sermayeyi başlıca sermaye şekli diye görmek; özel bir kredi şeklini ve faizi ortadan kaldırmayı sosyal dönüşüme temel yapmayı istemek, tamamen bir küçük burjuva fantezisidir. Bu fanteziye 18. yüzyıl İngiliz küçük burjuvazisinin ekonomik sözcüleri arasında da rastlanır. Proudhon'un 1850'de Bastiat ile faiz getiren sermaye konusunda yaptığı münakaşa Philosophie de la Misére'den çok daha düşük bir seviyededir. Proudhon, Bastiat'ya bile yenik düşüyor; ve hasmı, yerinde ve sert darbeler indirince, gülünç bir şekilde bağırıp çağırmaya başlıyor. 

Birkaç yıl önce Proudhon, Vaud Kanton Hükümeti'nin teşviki ile sanırım, vergilendirme konusunda bir müsabaka denemesi yazdı. Dehanın son pırıltısıda burada söndü. Artık ondan, sırf ve basit küçük burjuvadan başka hiç bir şey kalmıyor. 

Onun siyasî ve felsefî yazılarına gelince, bunlar da, ekonomik eserlerinin aynı, çelişik, ikili karakteri gösterirler. Bundan başka, bunların önemi sadece Fransanın içinde kalmıştır. Bununla beraber, Fransız sosyalistlerinin kendi dindarlıklarıyla 18. yüzyılın burjuva Volterciliğine ve 19. yüzyılın Alman tanrı tanımazlığına üstün olmakla övündükleri bir zamanda, onun, kendi ülkesinde dine ve kiliseye vs. saldırması büyük erdem taşır. Nasıl büyük Petro Rus barbarlığını barbarlıkla yendiyse, Proudhon da Fransız laf cambazlığını lafla yenmek için elinden geleni yaptı. Louis Bonaparte'a yaltaklandığı ve onu Fransız işçilerine kabul ettirmeye çalıştığı Coup d'état (Hükümet darbesi) eseri ve Polonya'ya karşı yazdığı ve Çarın şerefine Polonya'yı utanmazca ele alan sonuncu eseri, sadece kötü değil, fakat bayağı ürünler olarak nitelendirilmeli. Bununla beraber bu bayağılık, küçük burjuva görüş açısına uygun düşer. 

Proudhon sık sık Rousseau ile kıyaslanmıştır. Bundan daha yanlış bir şey olamaz. O daha çok, Théorie des lois civiles'i çok parlak bir kitap olan Nicolas Linguet'ye benzer. Proudhon'un diyalektiğe karşı tabiî bir eğilimi vardı. Fakat gerçek bilimsel diyalektiği hiç bir zaman kavrıyamadığı için demogojiden ve safsatadan öteye hiç gidemedi. Aslında bu, onun küçük burjuva görüş açısı ile birlikte yürür. Küçük burjuva, tarihçi Raumer gibi, daima "bir taraftan, ve öteki taraftan" meydana gelmiştir. Bu, onun ekonomik çıkarlarında da böyledir. Çelişik iki akım, onun maddi hayatına hükmeder. Ve şu halde onun siyasî, bilimsel, dinî ve sanata değin görüşlerinde de böyledir. Ahlâkında, her şeyinde böyledir. O bir çelişme içinde yaşamaktadır; canlı çelişmedir. Eğer Proudhon gibi bir de istidatlı bir adam ise, kısa zamanda kendi çelişmeleriyle oynamayı, ve bunları, şartlara göre, çarpıcı, cakalı, bazan rezalet derecesinde adi ve bazan çok parlak paradokslar halinde geliştirmeyi öğrenir. Bilimde şarlatanlık ve siyasette uzlaşıcı tutum, böyleleri için, vazgeçilmez bir şeydir. Geriye sadece bir tek güldürücü dürtü kalıyor ki o da konumuz olan kişinin benlik davasıdır. Ve kendisi için tek mesele, bütün kendini beğenmiş insanlar için olduğu gibi, anlık başarıdır, günlük başarıdır. Böylece Rousseau'yu iktidarla her türlü uzlaşmaya benzer hareketten daima uzak tutmuş olan, basit ahlak duygusu ister istemez söner gider. 
Gelecek kuşaklar Fransız tarihinin bu en son aşamasını, belki de, bu dönemin Napolyon'unun Louis Bonaparte ve Rousseau-Voltaire'inin Proudhon olduğunu söylemekle özetleyeceklerdir. 

Şimdi, bu adamın ölümünden bu kadar kısa bir zaman sonra, bana onun yargıcı rolünü yüklemiş olmanın sorumluluğunu da siz üzerinize almalısınız. 

Derin saygılarımla.180

Karl Marx Londra, 24 Ocak 1866

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.