14 Ocak 2014 Salı

EK: SERBEST TİCARET SORUNU ÜZERİNE

Karl Marx
Baylar, 

İngiltere'de Tahıl Kanunlarının kaldırılması serbest ticaretin 19. yüzyıldaki en büyük zaferidir. Fabrikatörlerin serbest ticaretten bahsettikleri her ülkede, onların zihninde başlıca tahıl ve genel olarak hammaddelerin serbest ticareti vardır. Yabancı tahıl üzerine, koruyucu gümrük resimleri koymak pis bir iştir, halkların açlığı üzerinden spekülasyon yapmaktır! 

Ucuz yiyecek, yüksek ücretler: İngiliz serbest ticaretçilerinin, uğrunda milyonlar harcadıkları tek amaçları budur. Ve onların bu coşkunluğu Kara Avrupa'sındaki kardeşleri arasında şimdiden yayılmıştır. Genel olarak, serbest ticareti isteyenler, bunu işçi sınıfının durumunu hafifletmek için istemektedirler. 

Fakat şaşılacak şey! Kendileri için ucuz yiyecek sağlanmak istenen insanlar çok nankördürler. Fransa'da ucuz hükümetin kötü şöhretli olması gibi İngiltere'de de ucuz yiyecek hor görülmektedir. Halk, Bowring, Bright ve arkadaşları gibi fedakâr beylerin şahsında en büyük düşmanlarını ve en utanmaz riyakarları görüyor. 

İngiltere'de liberaller ile demokratlar arasındaki mücadelenin serbest ticaret taraftarları ile Chartists'ler arasındaki mücadele adını aldığını herkes bilir. 

Şimdi İngiliz serbest ticaret taraftarlarının kendilerini harekete getiren iyi niyetlerini halka nasıl ispat edeceklerini görelim. 

Onlar fabrika işçilerine işte şunları söylediler: 

Tahıl üzerine konan resim, ücretler üzerine konmuş bir vergidir; siz bu vergiyi toprak sahiplerine, o ortaçağ aristokratlarına ödersiniz; sizin sefalet içindeki durumunuz yaşamak için gerekli en zarurî maddelerin pahalılığı yüzündendir. 

İşçiler, fabrikatörlere karşılık olarak şunu sordular: 

Öyleyse sanayiimizin en büyük gelişmeyi kaydettiği son 30 yıl boyunca nasıl oldu da ücretlerimiz, tahıl fiyatının yükselmesine göre daha büyük bir hızla düştü? 

Bizim toprak sahiplerine ödediğimizi söylediğiniz vergi, işçi başına haftada 3 peni kadardır. Oysa elle işleyen dokuma tezgahı dokumacısının ücreti 1815 ile 1943 arasında haftada 28 şilinden 5 şiline düştü ve buharla işleyen tezgahtaki dokumacının ücreti 1823 ile 1843 arasında haftada 28 Şilinden 8 şiline düştü. 

Ve bütün bu dönem sırasında bizim toprak sahibine ödediğimiz vergi 3 peniyi katiyen aşmadı. Ve sonra 1834 yılında ekmek çok ucuzken ve ticaret çok iyi giderken siz bize ne demiştiniz? 'Siz bedbahtsanız bu, çok fazla çocuk sahibi olduğunuz içindir ve sizin evliliğiniz emeğinizden daha fazla üretkendir!' demiştiniz. 

Sizin bize söylediğiniz sözler tam bunlardır. Ve siz Fakirleri Koruma Kanunları yapmaya ve iş-evleri yani proletarya için Bastil Hapishaneleri inşa etmeye giriştiniz. 

Fabrikatörler buna şu cevabı verdiler: 

Haklısınız, değerli işçilerimiz; ücretleri belirleyen sadece tahılın fiyatı değil fakat bir de işçilerin kendi aralarındaki rekabettir. 

Fakat bir şeyi yani bizim toprağımızın sadece kayalardan ve kum yığınlarından ibaret olduğunu iyice düşünün. Siz elbette tahılın çiçek saksılarında yetiştirilebilecebini aklınıza getirmezsiniz. Bu yüzden sermayemizi ve emeğimizi tamamen kısır bir toprağa dökmek yerine biz tarımdan vazgeçmek zorunda kaldık ve kendimizi sadece sanayie adadık. Bütün Avrupa, fabrikalarından vazgeçecek ve İngiltere bir büyük, çok büyük fabrika şehri olacak, Avrupa'nın diğer kısmı tamamen onun kırı (köylüğü) olacaktır. 

Kendi işcilerini böyle lâf yağmuruna boğarken fabrikatörü, kendisine şunları söyleyen, küçük tüccar sorguya çeker: 

Tahıl kanunlarını kaldırırsak gerçekten tarımı tahrip edeceğiz; fakat bütün bunlara karşılık biz öteki ulusları kendi fabrikalarından vazgeçmeye ve bizim fabrikalardan [mal -ç.] satın almaya zorlıyamıyacağız. 

Sonuç ne olacaktır? Ben, şimdi kendi ülkemde sahip olduğum müşterilerimi kaybedeceğim; ve iç ticaret pazarını kaybedecektir. 

İşçilere sırtını dönen fabrikatör dükkancıya cevap verir: 

Siz bunu bize bırakın! Tahıl üzerindeki resimden bir defa kurtulunca, biz yurt dışından daha ucuz tahıl ithal edeceğiz. O zaman tam bizim tahılımızı aldığımız ülkelerdeki ücretler yükseldiği zaman biz ücretleri düşüreceğiz. 

Böylece şimdiden kavuştuğumuz avantajlara ek olarak bir de ücretler bizde daha düşük olacak ve bütün bu avantajlarla biz Kara Avrupa'sını [sanayi mamüllerini -ç.] bizden satın almaya kolayca zorlıyacağız. 

Fakat çiftçiler ve tarım işçileri tartışmaya katılmışlardır. 

Peki ama, Allah rızası için, biz ne olacağız? 

Bizi yaşatan tarıma ölüm cezası mı veriyoruz? Ayaklarımızın altından toprağın çekilip alınmasına izin verecek miyiz? 

Tahıl Kanununa Karşı Birlik'in buna verdiği bütün cevap, Tahıl Kanunlarının kaldırılmasının İngiliz tarımı üzerindeki etkisi konusunda en iyi üç denemeye ödüller vadetmekle yetinmesi oldu. 

Bu ödülleri, kitapları bütün şehir dışı bölgelerde binlerce dağıtılan Hope, Morse, Greg aldılar. 

Ödül kazananların birincisi kendisini, yabancı tahılın serbestçe ithalinden kiracı çiftçinin ve tarım işçisinin hiç bir şey kaybetmiyeceğini, sadece toprak sahibinin kayba uğrayacağını ispat etmeğe veriyor. "İngiliz kiracı çiftçisi Tahıl Kanunlarının kaldırılmasından korkmamalıdır, çünkü başka hiç bir ülke bu kadar iyi buğdayı İngiltere kadar ucuza üretemez." 

Böylece buğdayın fiyatı düşse bile bu size dokunmıyacaktır, çünkü bu düşüş sadece azalacak olan ranta etki yapacak ve değişmeden kalacak olan sanayi kârlarına ve ücretlere hiç bir etki yapmıyacaktır. diye iddia ediyor. 

Ödül kazananların ikincisi Mr. Morse, tersine kanunların kaldırılmasının sonucu olarak buğday fiyatının yükseleceğini savunuyor. Koruyucu resimlerin buğdaya kazançlı bir fiyatı hiç bir zaman sağlıyamadığını ispat etmek için sonsuz sıkıntılara giriyor. 

İddiasını desteklemek için, ne zaman yabancı buğday ithal edilmişse, İngiltere'de buğday fiyatının önemli ölçüde yükseldiğini ve az buğday ithal edildiği zaman fiyatın son derece düştüğünü zikrediyor. Ödül kazanan, yüksek fiyatın sebebinin ithalat olmadığını fakat ithalatın sebebinin yüksek fiyat olduğunu unutuyor. 

Ve kendisi gibi ödül kazanan arkadaşının tam tersine, tahıl fiyatındaki her yükselmenin kiracı çiftçiye ve toprak işçisine kazançlı olduğunu fakat toprak sahibi için böyle olmadığını iddia ediyor. Ödül kazanan üçüncü kişi, büyük bir fabrikatör olan ve eseri büyük kiracı çiftçilere hitap eden M. Greg'in böyle budalalıklarla başı hoş değildi. Onun dili daha bilimseldir. 

O, Tahıl Kanunlarının, ancak buğday fiyatını yükseltmekle rantı yükseltebileceğini ve ancak sermayeyi daha düşük kalitede toprağa yatırılmaya zorlayarak buğday fiyatını yükseltebileceğini kabul ediyor ve bunu çok sade olarak açıklıyor. 

Yabancı tahıl ithal edilemezse, nüfus arttığı ölçüde, işlenmesi daha fazla masrafı gerektiren daha az verimli toprağın kullanılması gerekir. Ve bu toprağın ürünü bunun sonucu olarak daha pahalıdır. 

Tahılın satışı mecburî olduğundan, fiyat, zorunlu olarak, en pahalı toprağın ürününün fiyatı tarafından belirlenecektir. Bu fiyatla daha iyi cins topraktaki maliyet değeri arasındaki fark rantı teşkil eder.

Şu halde tahıl kanunlarının kaldırılmasının sonucu olarak tahıl fiyatı ve bunun sonucu oiarak rant düşerse, bu, artık daha düşük nitelikteki toprak işlenemiyeceği içindir. Böylece rantın düşmesi kiracı çiftçilerin bir kısmını kaçınılmaz bir şekilde yıkar. 

Mr. Greg'in dilini anlaşılabilir kılmak için bu notlar zorunluydu. O: 

Tarımla geçinemeyen küçük çiftçiler, sanayide bir geçim kaynağı bulacaklardı. Büyük kiracı çiftçilere gelince, onlar, kâr etmekten geri kalamazlar. Ya toprak sahipleri, onlara toprağı çok ucuza satmak zorunda kalacak veya çok uzun süreler için kira akitleri yapılacaktır. Bu, kiracı çiftçilere, toprağa büyük sermayeler yatırmak, daha büyük ölçüde tarım makineleri kullanmak ve tahıl kanunlarının kaldırılmasının yakın sonucu olarak ücretlerdeki genel düşme yüzünden, üstelik daha da ucuzlamış bulunan el emeğinden tasarruf sağlamak gücünü verecektir. 

Dr. Bowring bütün bu muhakemelere, bir genel toplantıda "İsa serbest ticarettir ve serbest ticaret de İsa'dır." diye haykırmakla dinin takdisini ekledi. 

Bütün bu riyakarlıkların, işçileri ucuz ekmeğe razı etmek için yapılmadığı kolayca anlaşılabilir. 

Kaldı ki fabrika işçilerinin iş gününü 12 saatten 10 saate indirecek olan 10 saatlik İş Günü Kanununa karşı hâlâ mücadele etmekte olan bu adamların, fabrikatörlerin, bu ani insan severliğini işçiler nasıl anlayabilirlerdi?

Bu fabrikatörlerin insan severliği hakkında bir fikir vermek için, baylar, sizlere bütün fabrikalarda yürürlükte olan iş mevzuatını hatırlatırım. 

Her fabrikatörün kendi özel kullanımı için, istiyerek veya istemiyerek yapılan her yanlışlığa karşı para cezaları koyan bir ceza kanunu vardır. Örneğin işçi bir sandalyeye oturmak bahtsızlığına uğrarsa şu kadar, fısıldarsa, veya konuşursa veya gülerse, birkaç dakika geç gelirse, makinenin herhangi bir parçası kırılırsa veya işini istenen nitelikte yapmazsa vs. vs. şu kadar para öder. Para cezaları, işçinin yaptığı zarardan daima daha büyüktür. Ve işçiyi para cezasına uğratmak için, ona her kolaylığı sağlamak üzere fabrika saati ileri alınır ve ona kötü hammadde verilir, iyi mal haline getirmesi istenir. Kurallara aykırı hareketleri çoğaltmakta yeteri kadar usta olmayan bir nezaretçi, işten çıkarılır. 

Görüyorsunuz beyler, bu özel mevzuat bu gibi aykırı hareketleri yaratmak özel amacıyla konulur ve para yapmak amacıyla bu aykırı hareketler imâl edilir. Böylece fabrikatörler itibari ücreti azaltmak ve işçinin hâkim olamadığı kazalardan bile kazanç sağlamak için her aracı kullanırlar. 

Bu fabrikatörler, işçileri, onların durumunu iyileştirmek biricik amacıyla büyük masraflara girebileceklerine inandırmak için uğraşmış olan, o aynı insanseverlerdir. Böylece onlar bir taraftan en küçük yollara başvurarak, fabrika mevzuatı yoluyla işçilerin ücretleri üzerinde oynarlar, öbür yandan buğday kanununa karşı birlik yoluyla bu ücretleri yeniden yükseltmek için en büyük fedakarlıklar altına girerler. 

Birlik'in resmi ikametgâhı olarak çok geniş masraflarla büyük saraylar yaparlar; serbest ticaret İncil'ini öğretip yaymak için İngiltere'nin her köşesine bir misyoner ordusu gönderirler; işçileri kendi çıkarları konusunda aydınlatmak için binlerce broşür bastırır ve parasız dağıtırlar, basını kendi davalarına kazanmak için muazzam miktarlar harcarlar; serbest ticaret taraftarlarının hareketini yönetmek için geniş bir idare örgütü kurarlar ve bütün belagat zenginliklerini genel toplantılarda ortaya koyarlar. Bu mitinglerden birinde bir işçi şöyle bağırdı: 

Fabrikatörler! Toprak sahipleri bizim kemiklerimizi satacak olsalardı, bunları bir buharlı değirmene atmak ve un yapmak için ilk satın alan siz olurdunuz. 

Toprak sahipleri ile sanayi kapitalistler arasındaki mücadelenin önemini İngiliz işçileri çok iyi anlamışlardır. Onlar, ekmeğin fiyatının ücretleri düşürmek için indirileceğini ve rant düştüğü kadar sanayi kârının yükseleceğini çok iyi bilirler. İngiliz serbest ticaret taraftarlarının aziz havarisi, yüzyılımızın en belirgin iktisatçısı Ricardo bu noktada işçilerle tamamen aynı fikirdedir. Ekonomi politik konusundaki ünlü eserinde o şöyle der: 

Kendi buğdayımızı yetiştirmek yerine ... kendi ihtiyacımızı daha ucuz bir fiyatla sağlıyabileceğimiz yeni bir pazar bulursak ... ücretler düşecek ve fiyatlar yükselecektir. Tarım ürünleri fiyatının düşmesi, sadece toprağı işlemekte kullanılan emekçinin değil ticarette veya manüfaktürde kullanılan bütün işçilerin de ücretlerini düşürür.161 

Ve işçinin, evvelce 5 frank alması ile, buğdayın ucuzlaması sebebiyle sonradan 4 frank alması arasında bir fark olmadığına inanmayınız beyler. 

Onun ücreti kâra kıyasla daima düşmüş değil midir, ve onun sosyal durumunun kapitalistin sosyal durumuna kıyasla hep daha kötüye gittiği açıkça belli değil midir? Kaldı ki o, fiilen gittikçe daha çok kayba uğramaktadır. 

Tahılın fiyatı daha yüksek oldukça ve ücretler de daha yüksek oldukça, ekmek tüketiminde küçük bir tasarruf ona başka tatminler sağlamaya yetiyordu. Fakat ekmek çok fazla ucuzlar ucuzlamaz ve bu yüzden ücretler çok ucuz olduğundan beri o, başka şeyler almak için ekmeğinden hemen hiç tasarruf yapamamaktadır. 

İngiliz işçileri, İngiliz serbest ticaret taraftarlarının hayallerinin veya yalanlarının kendilerini uyutmadığını gösterdiler. Ve eğer buna rağmen işçiler onlarla toprak sahiplerine karşı dava ve güç birliği yaptılarsa bu, karşılarında uğraşılacak sadece bir tek düşman bırakmak amacıyla, derebeyliğin son kırıntılarını da yıkmak için olmuştur. İşçiler yanlış hesap etmemişlerdi; çünkü toprak sahipleri fabrikatörlerden intikam almak için, işçilerin 30 yıldan beri boş yere istemekte oldukları 10 Saatlik İş Kanununun çıkarılması için işçilerle dava ve güç birliği yaptılar ve bu kanun, tahıl kanunlarının kaldırılmasından hemen sonra çıkarıldı. 

İktisatçılar kongresinde162 Dr. Bowring, cebinden uzun bir liste çıkarıp, iddiasına göre işçiler tarafından tüketilmek üzere, İngiltere'ye ne kadar canlı hayvan, ne kadar domuz sucuğu, tavuk vs. ithal edildiğini gösterirken, başlamakta olan krizin o tarihte Manchester'deki ve başka fabrika şehirlerindeki işçileri sokağa atmış bulunduğunu size söylemeği, ne yazık ki, unuttu. 

Ekonomi politikte, ilke olarak, bir tek yılın rakamları, genel kanunları formüle etmek için asla esas alınmamalıdır. Çağdaş sanayiin refah, aşırı üretim, durgunluk, kriz gibi çeşitli aşamalardan geçip kaçınılmaz döngesini tamamladığı 6, 7 yıl gibi bir dönemin ortalaması alınmalıdır. 

Şüphe yok ki bütün metaların fiyatı düşerse -ve bu, serbest ticaretin zorunlu sonucudur- bir frank karşılığında daha öncekinden daha fazla şey satın alabilirim ve işçinin frankı da başka herhangi bir adamın frankı kadar geçerlidir. Şu halde serbest ticaret işçi için çok kârlı olacaktır. Bunda sadece küçük bir zorluk var; yani işçi kendi frankını başka metalar karşılığında değişmeden önce, ilkin kendi emeğini kapitalistle değişmiştir. O bu değişimde aynı emek karşılığında sözü geçen frankı hep alsaydı ve başka bütün metaların fiyatı düşseydi böyle bir pazarlıkta daima kazanan o olurdu. Zorluk, bütün metaların fiyatı düşerse benim aynı para karşılığında daha fazla meta alacağımı ispat etmekte değildir. 

İktisatçılar, emeğin fiyatını onun öteki metalarla değişimi anında ele alırlar. Fakat onlar emeğin sermaye ile kendini değişme anını tamamen bir kenara bırakırlar. 

Metaları üreten makineyi harekete geçirmek için daha az masraf gerektiği zaman, bu makinenin bakımı için gereken ve adına işçi denen zarurî şeyler de daha aza mal olacaktır. Bütün metalar ucuzladığı zaman, bizzat bir meta olan emeğin de, fiyatı düşecektir ve daha sonra göreceğimiz gibi emek denilen bu meta öteki metalara göre daha aşağı düşecektir. İşçi buna rağmen iktisatçıların kanıtlarına ve muhakemelerine inancını bağlarsa cebindeki frankın eridiğini ve ancak 5 meteliği kaldığını görecektir. 

Bunun üzerine iktisatçılar size şöyle diyeceklerdir: 

Peki, serbest ticarette elbette azalmıyacak olan işçiler arasındaki rekabetin, ücretleri az zamanda metaların düşük fiyatı ile ahenk haline getireceğini kabul ediyoruz. Fakat öbür yandan metaların düşük fiyatı tüketimi artıracak, artmış tüketim üretimin artmasını gerektirecek, bunu da daha büyük bir işçi talebi izliyecek ve işçilere bu daha büyük talep ücretlerde bir yükselme tarafından takip edilecektir. 

Bütün bu muhakeme çizgisi şuna varır: serbest ticaret üretici güçleri artırır. Sanayi gelişmekte devam ederse, zengin üretken güç, bir kelimeyle üretken sermaye artarsa, emek talebi, emeğin fiyatı ve bunun sonucu olarak ücret haddi de artacaktır. 

İşçi için en elverişli durum sermayenin büyümesidir. Bunu kabul etmek gerekir. Sermaye durgun kalırsa sanayi durgun kalmakla kalmaz, düşer ve bu halde ilk kurban işçi olur. Kapitalistin karşısında telef olur, gider. Ya sermayenin büyümekte devam ettiği halde, işçi için en iyi olduğunu söylemiş bulunduğumuz durumda işçinin kaderi ne olacaktır? Gene telef olup gidecektir. Üretken sermayenin büyümesi sermayenin birikimini ve yoğunlaşmasını gerektirir. Sermayenin temerküzü daha büyük bir iş-bölümünü ve makinelerin daha fazla kulanılmasını emreder. Daha büyük iş-bölümü, işçinin özel hünerini yıkar. Ve bu hünerli işin yerine herhangi bir kişinin başarabileceği işi koymakla sermaye, işçiler arasındaki rekabeti artırır. İş-bölümü bir tek işçiye 3 kişinin işini yapmak kudretini verdikçe bu rekabet, daha da ateşli ve yırtıcı hale gelir. Makineler aynı sonuca çok daha yeni bir ölçüde ulaşırlar. Üretken sermayenin büyümesi sanayici kapitalistleri durmadan artan araçlarla çalışmaya zorlar ve böylece küçük sanayicileri yıkıp onları proleteryanın içine atar. O zaman sermaye birikimi arttığı oranda faiz haddi düştüğü için gelirleri ve temettüleriyle artık yaşayamaz hale gelen küçük irat sahipleri (küçük rantiyeler) sanayie gitmek ve böylece proleterlerin sayısını kabartmak zorunda kalırlar. 

Nihayet üretken sermaye, ne kadar artarsa, isteklerini bilmediği bir pazar için üretim yapmağa o kadar mecbur kalır, üretim tüketimden o kadar önce yapılmak zorunda kalınır; arz, talebi zorlamaya o kadar fazla mecbur kalır ve onların sonucu olarak krizlerin hem sıklığlı, hem de yoğunluğu artar. Fakat karşılık olarak her kriz, sermaye temerküzünü hızlandırır. Ve proeteryaya ilâveler yapar. 

Böylece üretken sermaye büyüdükçe, işçiler arasındaki rekabet çok daha büyük bir oranda büyür. Emeğin ödülü herkes için azalır; emeğin yükü ise bazıları için çoğalır. 

1829'da Manchester'de 36 fabrikada çalışan 1.088 pamuk iplik yapımcısı vardı. 1841'de bunların sayısı 448'den fazla değildi ama 1829'da 1.088 iplik yapımcısının gözettiğinden 53.353 tane fazla mekiğe bakıyorlardı. El emeği de üretken güç oranında artmış olsaydı, iplik yapımcılarının sayısının 1848'e yükselmiş olmaşı gerekirdi; şu halde iyileştirilmiş makineler 1100 işçiyi işten mahrum etmişti. 

İktisatçıların buna verecekleri cevabı önceden biliyoruz; böylece işlerinden yoksun bırakılan insanların kollarıyla yapacakları başka işler bulacaklarını söylüyorlar. Dr. Bowring, İktisatçılar Kongresinde bu kanıtı yeniden ortaya çıkarmaktan geri kalmadı ama kendi kendini inkâr etmekten de geri kalmadı. 

1835'te Dr. Bowring, Avam Kamarasında, serbest ticaret taraftarlarının uzaktan gösterdikleri o yeni işleri bulamadan, çok uzun bir zamandan beri açlık içinde kıvranan, Londra'lı 50.000 el dokuma işçisinin durumu konusunda bir konuşma yaptı. 

Dr. Bowring'in bu konuşmasının en çarpıcı kısımlarını vereceğiz:163 

El dokumacılarının sefaleti, kolayca öğrenilen ve daha ucuz üretim araçları tarafından her zaman yeri alınabilecek olan bütün emek (iş) türlerinin kaçınılmaz kaderidir. Bu durumda işçiler arasında [iş için -ç.] rekabet çok büyük olduğundan, talepte en küçük bir gevşeme, bir krize yol açar. El dokumacıları insan hayatının sürdürülebileceği durumun sınırındadırlar. Bunun bir adım ötesinde onların yaşaması imkânsız hale gelir. En küçük bir darbe onları yok eder. Makinelerin iyileşmesi, el emeğinin yerini gittikçe daha fazla alarak, geçiş döneminde pek çok geçici ızdırapları da birlikte getirir. Ulusun iyiliği, ancak bazı kişisel sıkıntılar pahasına satın alınabilir. Sanayide, en kötü durumda olanların sırtından olmadıkça, bugüne kadar hiç bir ilerleme kaydedilmemiştir ve bütün keşiflerin içinde el dokumacısının durumu üzerinde doğrudan doğruya en fazla ağırlığını hissettiren, buharla çalışan dokuma tezgahı olmuştur. El dokumacısı daha şimdiden birçok mallarda alan dışına sürülmüştür ve bugün hâlâ el ile yapılmakta olan birçok şeylerde de yenilip teslim olmak zorunda kalması kaçınılmaz bir kaderdir. 

Daha ilerde şöyle diyor: 

Elimde Hindistan Genel Valisi ile Doğu Hindistan Kumpanyası arasında Dakka el dokumacıları konusunda yer almış bulunan yazışma var. Vali, mektuplarında şöyle diyor: Birkaç yıl önce Doğu Hindistan Kumpanyası, ülkedeki tezgâhların dokuduğu 6 ilâ 8 milyon parça pamuklu eşya alırdı. Bunun talebi yavaş yavaş düştü ve 1 milyon parça civarına indi. 

Şu anda bu talep hemen hemen tamamen durmuştur. Bundan başka 1800 yılında Kuzey Amerika, Hindistan'dan 800 bin kadar pamuklu parça çekmişti. 1830'da 4 bin parça bile çekmedi. Nihayet 1800 yılında Portekiz'e gönderilmek üzere bir milyon pamuklu parça yüklenmişti. 1830'da Portekiz sadece 20 bin parça aldı. 

Hindistan dokumacılarının sefaleti konusundaki raporlar korkunçtur. Bu sefaletin sebebi nedir? 

Pazarda İngiliz mamûllerinin bulunması; malın buharlı tezgahla üretilmesi. Büyük sayıda dokumacılar açlıktan öldü; kalanlar başka işlere ve özellikle tarım alanına geçtiler. İş değiştirememek bir ölüm kararıydı ve bu sırada Dakka bölgesi İngiltere'nin buharla işleyen tezgahlarından çıkmış iplik ve pamuklu kumaşlarla tıka basa doluydu. Bütün dünyada güzelliği ve inceliğiyle ün kazanmış bulunan Dakka muslini de İngiliz makinelerinin rekabeti yüzünden yok oldu. Bütün ticaret tarihinde Doğu Hindistan'daki bütün sınıfların o sırada çektiklerine benzer ızdıraplar az bulunur. 

Dr. Bowring'in konuşması, onun andığı olaylar doğru olduğu ve bunları yumuşatmak için kullandığı cümleler bütün serbest ticaret varlarının ortak riyakarlığını tamamen taşıdığı için daha da dikkat çekicidir. O, işçileri, yerlerini daha ucuz üretim araçlarının alması gereken, üretim araçları olarak gösteriyor. Sözünü ettiği emekte tamamen istisnaî bir emek türü, ve dokumacıları ezmiş bulunan makinede aynı derecede istisnaî bir makine gördüğünü iddia ediyor. Bir gün el dokumacılarının kaderine uğramıyacak hiç bir el emeği türü bulunmadığını unutuyor. 

Makinelerdeki her iyileşmenin değişmeyen amacı ve eğilimi aslında insan emeğinden tamamen vazgeçmek veya kadınların ve çocukların çalışmasını yetişmiş erkek işçinin yerine koyarak veya yetişmiş zanaatçıların yerine sıra işçilerinin emeğini koyarak bunun maliyetini azaltmaktır. Mütemadi veya throstle pamuklu fabrikalarında iplik bükme işini on altı yaşından aşağı kadınlar yapar. Self-acting mule'u alelâde mule'ün yerine koymak, erkek iplik yapımcıları işten atmak ve çocukları ve gençleri alıkoymak demektir.164 

En coşkun serbest ticaret taraftarı Dr. Ure'nin bu sözleri, Dr. Bowring'in itiraflarını tamamlamaya yarar. Dr. Bowring bazı münferit kötülüklerden söz ediyor ve aynı zamanda bu münferit kötülüklerin [sömürülen -ç.] sınıfları ezdiğini söylüyor; geçiş dönemindeki geçici sıkıntılardan bahsediyor ve tam da bunlardan bahsederken bu geçici sıkıntıların, büyük çoğunluğun hayattan ölüme göçüşünü gerektirmiş bulunduğunu, ve geri kalanlar için de daha iyi durumdan daha kötü duruma geçişi gerektirdiğini inkâr etmiyor. Daha sonra bu işçilerin çektiği sıkıntıların, sanayiin ilerlemesinden ayrılamıyacağını ve ulusun refahı için zorunlu olduğunu iddia ediyorsa o, sadece, emekçi sınıfın sıkıntı çekmesinin burjuva sınıfının refahının zorunlu şartı olduğunu söylemiş oluyor. 

Dr. Bowring'in mahvolan işçilere sunduğu bütün teselli, ve aslında serbest ticaret taraftarlarının yaymakta olduğu telâfi doktrini şuna varır: 

Mahvolan binlerce işçi! Siz umutsuzluğa kapılmayın! Sükûnetle ölebilirsiniz. Sınıfınız mahvolmıyacaktır. Sınıfınız, kapitalist sınıfın, onu yok etmek korkusuna kapılmadan param parça edebileceği kadar kalabalık olacaktır. Kaldı ki, sermaye, sömürülebilir malzemesinin bakımına yani işçilerin bakımına dikkat etmezse, onları tekrar tekrar istismar etmeden faydalı bir şekilde nasıl kullanılabilir? 

Fakat serbest ticaretin kabulü, işçi sınıfının durumu üzerinde ne etki yapacaktır? sorusunu hâlâ çözülmesi gereken bir problem olarak ne için yaymalı? Quesnay'den Ricardo'ya kadar bütün iktisatçıların formüle ettiği kanunlar, ticaret özgürlüğüne hâlâ zorluk çıkaran bütün engellerin ortadan kalkmış bulunduğu varsayımı üzerine dayandırılmıştır. Bu kanunlar, serbest ticaret benimsendiği ölçüde doğrulanır. Bu kanunların birincisi, rekabetin, her metaın fiyatını asgari üretim maliyetine indirdiğidir. Böylece asgarî ücret, emeğin tabiî fiyatı olur. Ya asgarî ücret nedir? İşçinin bakımı için, ne kadar kötü olursa olsun kendisini muhafaza edeceği ve ne kadar yavaş olursa olsun neslini üreteceği bir durumda tutmak için vazgeçilmez olan şeylerin üretiminin gerektirdiği miktardan ibarettir. Fakat işçinin sadece bu asgarî ücreti aldığını ve bunu da her zaman aldığını sanmayın. 

Hayır, bu kanuna göre işçi sınıfı bazan da talihli olacaktır. Bazan asgarinin üstünde bir ücret alacak; fakat bu fazlalık, sadece, sanayiin durgunluk zamanlarında alacağı asgarinin altındaki ücretin meydana getirdiği açığı kapatacaktır. Bu demektir ki, sanayi, refah, aşırı üretim, durgunluk ve kriz dönemlerinden geçtiği döngüde devri olarak beliren belli bir sürede, bütün işçi sınıfının zarurî ihtiyaç maddelerinin üstünde ve altında aldıklarını hesabederken, göreceğiz ki, işçi sınıfı asgarî ücretten az veya fazla bir şey almış değildir. Yani işçi sınıfı, sanayi savaş alanında birçok cesetler bıraktıktan sonra da, sefalet ve felaketlere uğradıktan sonra da kendisini bir sınıf olarak muhafaza etmiştir. Fakat bunların ne önemi var? Sınıf gene var olacaktır. Hattâ artmış olacaktır.

Hepsi bu kadar da değil. Sanayiin ilerlemesi daha ucuz tüketim araçları yaratır. Böylece alkol biranın yerini, pamuk yünün ve keten bezinin yerini patates ekmeğin yerini alır. 

Böylece emeği daha ucuz ve bozuk yiyeceklerle besleme araçları daima bulunduğundan asgarî ücretler devamlı olarak düşmektedir. Bu ücretler başlangıçta, insanı yaşamak için çalışmaya sevketmişlerse de, insanı bir makine hayatı yaşamak durumunda bırakmak sonucuna varırlar. İnsanın hayatı basit bir üretici kuvvetten başka bir değere sahip değildir. Ve kapitalist ona böyle davranır. 

Bu emek metaı kanunu, bu asgarî ücret kanunu iktisatçıların serbest ticaret varsayımı doğrulandığı ölçüde fiili bir gerçek haline gelir. Böylece iki şıktan biri: ya serbest ticaret varsayımı üzerine kurulmuş olan bütün ekonomi politiği inkâr etmeli veya bu serbest ticaret altında ekonomik kanunların bütün ağır yükünün işçilerin üzerine yüklendiğini kabul etmeliyiz. 

Özetliyelim: toplumun şimdiki durumunda serbest ticaret nedir? Sermayenin serbestliği, özgürlüğüdür. Sermayenin ilerlemesini hâlâ kayıtlayan bazı millî engelleri kaldırırsanız, ona sadece tam bir hareket serbestliği vermiş olursunuz. Ücretli emekle sermaye arasındaki ilişkinin yaşamakta devam etmesine imkân verdiğıniz sürece, meta değişiminin ne kadar uygun şartlar altında yer aldığı önemli değildir, daima sömürecek bir sınıf ve sömürülecek bir sınıf mevcut olacaktır. Sermayenin daha kârlı kullanılmasının sanayici kapitalistlerle ücretli işçiler arasındaki çatışmayı ortadan kaldıracağını sanan serbest ticaret taraftarlarının bu iddialarını anlamak gerçekten zordur. Tam tersine, bunun tek sonucu bu iki sınıf arasındaki çatışmanın daha açıkça ortaya çıkacağıdır. 

Bundan böyle Tahıl Kanunlarının veya millî veya mahallî gümrük resimlerinin artık mevcut olmıyacağını. bir an için varsayalım. Bu, aslında, işçinin bugün kendi sefil durumunun sebebi olarak düşünebileceği geçici şartların tamamen ortadan kalkacağını varsaymaktır. İşçinin onun gözünden gerçek düşmanını saklayan perdeleri böyIece kaldırmış oluruz. 

O, serbestlemiş sermayenin kendisini tıpkı gümrük resimlerinin engellediği sermaye gibi köle yapacağını görecektir. 

Baylar, 

Soyut özgürlük sözünün sizi aldatmasına izin vermeyin. Kimin özgürlüğü? Bu basit bir bireyin başka bir birey karşısındaki özgürlüğü değildir; bu sermayenin işçiyi ezme özgürlüğüdür. 

Bu özgürlük serbest rekabet üzerine kurulmuş olan bir düzenin ürününden ibaret iken, bu özgürlük düşüncesiyle serbest rekabeti tasvip etmeyi nasıl istersiniz? 

Serbest ticaretin bir ve aynı ulusun çeşitli sınıfları arasına nasıl bir kardeşlik getirmek istediğini göstermiş bulunuyoruz. Serbest ticaretin dünya ulusları arasında kuracağı kardeşlik de bundan fazla olmıyacaktır. Kozmopolit sömürmenin adını evrensel kardeşlik koymak ancak burjuvazinin zihninde doğabilecek olan bir düşüncedir. Sınırsız rekabetin doğurduğu bütün yıkıcı olaylar, dünya pazarında devasa oranlarda yeniden meydana getirilecektir. Bu konuda serbest ticaret konusundaki gevezelikler üzerinde daha fazla durmamıza ihtiyaç yok. 

Örneğin, serbest ticaretin uluslararası bir iş-bölümü yaratacağı ve böylece her ülkeye kendi tabiî imkânlarına en uygun olan üretimin verileceği söyleniyor. 

Baylar, belki de Batı Hindistan'ın kaderinin kahve ve şeker üretmek olduğunu sanıyorsunuz. 

Ticarete karışmayan tabiat, bundan 200 yıl önce oraya şeker kamışı ve kahve ağaçları dikmiş değildi. 

Ve belki de yarım yüzyıldan az bir zaman sonra orada ne kahve, ne de şeker bulamıyacaksınız. Çünkü Doğu Hindistan daha ucuz üretim yoluyla daha şimdiden Batı Hindistan'ın bu sözde kaderiyle başarıyla savaşmıs bulunuyor. Ve Batı Hindistan daha şimdiden, bütün tabiî zenginliğine rağmen, tıpkı zamanın başlangıcından beri kaderleri elle dokumak olan Dakka dokumacıları gibi, İngiltere için ağır bir yük olmuştur.

Her şey bir tekel haline gelmiş bulunduğu gibi, günümüzde bütün öteki sanayi kollarına egemen olan ve kendilerini en çok işleten uluslara dünya pazarının egemenliğini kazandıran bazı sanayi kollarının mevcut olduğu da hiç unutulmamlıdır. Böylece uluslararası ticarette, tek başına pamuk, giyim eşyası sanayiinde de kullanılan bütün öteki hammaddelerden çok daha büyük ticari öneme sahiptir. Serbest ticaret taraftarlarının her sanayi kolundaki birkaç özelliğin üzerinde ısrarla durması ve bunları, günlük tüketimde kullanılan ve sanayiin en fazla geliştiği ülkelerde en ucuza üretilen ürünlere karşı koymaları gerçekten gariptir. 

Serbest ticaret taraftarları, bir ulusun başka bir ulus zararına nasıl zengin olabileceğini anlıyamıyorlarsa buna şaşmamak gerekir. Çünkü bu beyler, bir ülkenin içinde bir sınıfın öbür sınıf zararına nasıl zenginleştiğini anlamayı da reddediyorlar. 

Baylar, serbest ticareti eleştirirken himayeci sistemi savunmak niyetini taşıdığımızı sanmayın. 

Eski rejimin dostu olmadan da meşrutiyet rejiminin düşmanı olunabilir. 

Bundan başka himayeci sistem, belli bir ülkede büyük boyutlu sanayii kurmak, yani o ülkeyi dünya pazarına bağımlı kılmak için bir araçtan başka bir şey değildir. Ve dünya pazarına bu bağımlılık kurulduğu andan itibaren artık serbest ticarete bağımlılık vardır. Bunun yanında, himayeci sistem, bir ülkenin içinde serbest rekabetin gelişmesine yardım eder. Bu yüzden burjuvazinin kendisini bir sınıf olarak hissettirmeye başladığı ülkelerde, örneğin Almanya'da himayeci gümrük resimleri elde etmek için büyük çabalar harcadığını görüyoruz. Bu resimler, derebeyliğe ve mutlakiyetçi hükümetlere karşı burjuvaziye kendi kuvvetlerini yoğunlaştırmakta ve aynı ülke içinde serbest ticareti gerçekleştirmekte hizmet eder. 

Fakat genel olarak günümüzde serbest ticaret sistemi yıkıcı olduğu halde, himayeci sistem sadece tutucudur (muhafazakârdır). Serbest ticaret sistemi, eski ulusları parçalar ve proletarya ile burjuvazi arasındaki çatışmayı son ucuna kadar götürür. Bir kelime ile serbest ticaret sistemi sosyal devrimi hızlandırır. Baylar, işte ancak bu anlamdadır ki, ben oyumu serbest ticarete veriyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.