14 Ocak 2014 Salı

A) PARA

Karl Marx
Altın ve gümüş, değerleri oluşturulmuş ilk metalardır. [I, 69.] 

Böylece altın ve gümüş, M. Proudhon tarafından "oluşturulmuş değer"in ilk uygulamaları oluyorlar. Ve M. Proudhon, ürünlerin değerini, onların içinde cisimleşmiş oransal emek miktarı ile belirleyerek meydana getirdiğinden yapmak zorunda olduğu tek şey, altın ve gümüş değerlerindeki değişmelerin her zaman onları üretmek için harcanmış emek-zamanındaki değişmelerle açıklandığını kanıtlamak oluyor. Ancak M. Proudhon'un bunu yapmaya hiç niyeti yoktur. O, altın ve gümüşten meta olarak değil, para olarak sözetmektedir. 

Onun bütün mantığı, eğer buna mantık denirse, emek-zamanı ile değerlendirilme özelliklerine sahip bütün metaların çıkarları için, altın ve gümüşün para olarak kullanılma yetenekleriyle hokkabazlık etmekten ibarettir. Bu hokkabazlıkta kötü niyetten çok, saflık olduğu kesindir. 

Yararlı bir ürün, bir kez onu üretmek için gerekli emek-zamanı ile değerlendirildi mi, her zaman değişimde kabullenilebilir; bakın, diye haykırıyor M. Proudhon, benim arzuladığım "değişebilirlik" koşulları altında varolan altın ve gümüşü görün! Öyleyse altın ve gümüş, oluşma aşamasına ulaşmış değerlerdir: bunlar M. Proudhon'un düşüncesinin cisimleşmesidirler. Bu örneği, seçtiğinden ötürü M. Proudhon bundan daha mutlu olamazdı. Altın ve gümüş başka metalar gibi emek-zamanı ile değerlendirildiklerinden, meta olma yetenekleri dışında, değişimin evrensel öğeleri olma, para olma yeteneğine de sahiptirler. Şimdi, altın ve gümüşü emek-zamanı ile "oluşmuş değer"in bir uygulaması olarak alınca, değerleri emek-zamanı tarafından meydana getirilmiş bütün metaların her zaman değişilebilir olacaklarını, para olacaklarını kanıtlamaktan daha kolay bir şey yoktur. 

M. Proudhon'un aklına çok basit bir soru takılıyor. Altın ve gümüşün, "oluşturulmuş değer"in simgeleri olma ayrıcalığına sahip bulunmaları nedendir? 

Kullanımın değerli madenlere yüklediği özel görev, ticaret aracı olarak iş yapma görevi, tamamıyla görenekseldir ve herhangi bir başka meta, belki daha az kullanışlılıkla, ama aynı güvenilirlikle bu görevi yerine getirebilirdi. İktisatçılar bunu teslim ederler ve buna birden fazla örnek gösterirler. Öyleyse para olarak madenlere gösterilen bu evrensel tercihin nedeni ne? Ve para görevlerinin bu uzmanlaşması —ki ekonomi politikte bir benzeri daha yoktur— nasıl açıklanabilir? ... Parayı meydana çıkarmış gibi görünen dizileri yeniden kurmak ve böylece bu diziyi gerçek kökenine dek izlemek mümkün müdür? [I, 68-69.] 

M. Proudhon, soruyu doğrudan doğruya bu terimlerle formüle etmekle, paranın varlığını varsaymış bulunuyor. Kendi kendisine sorması gereken ilk soru şu olmalıydı: gerçekte meydana getirilmiş oldukları biçimiyle değişimlerde, örneğin, özel değişim unsurları yaratarak değişilebilir değeri bireyselleştirmek neden gerekli olmuştur? Para, bir şey değildir; toplumsal bir ilişkidir. Para ilişkisi neden işbölümü vb. türünden herhangi bir başka ekonomik ilişki gibi bir üretim ilişkisidir? Eğer M. Proudhon bu ilişkiyi doğru-dürüst hesaba katmış olsaydı, parayı bir istisna, bilinmeyen ya da yeniden kurulmayı gerektiren bir diziden kopmuş bir öğe olarak görmeyecekti. 

Tersine, bu ilişkinin bir halka olduğunu ve bu biçimiyle tüm bir başka ekonomik ilişkiler zincirine yakından bağlı olduğunu; bu ilişkinin, bireysel değişimin tekabül ettiğinden ne fazla ne eksik, belirli bir üretim biçimine tekabül ettiğini fark edecekti. Fakat o ne yapıyor? O, parayı bir bütün olarak gerçek üretim biçiminden koparmakla işe başlıyor ve ondan sonra da onu, hayal ürünü bir dizinin yeniden kurulması gereken bir dizinin ilk öğesi yapıyor. 

Belirli bir değişim öğesine, yani paraya olan zorunlu gereksinme bir kez farkedildi mi, geriye açıklanması gereken tek şey, bu özel görevin neden herhangi bir başka metaya değil de, altın ve gümüşe düştüğü oluyor. Bu, üretim ilişkileri zinciri ile değil de, altın ve gümüşün madde olarak yaratılışlarından gelen, belirli nitelikleriyle açıklanan ikincil bir sorundur. Eğer bütün bunlar, iktisatçıları, M. Proudhon'un onları kınadığı gibi, bir kez olsun "kendi bilimlerinin alanı dışına çıkartıp fizik, mekanik, tarih ve benzerleriyle uğraştırdıysa", onlar, yalnızca yapmak zorunda oldukları şeyi yapmışlardır. Sorun artık ekonomi politiğin alanı içinde değildi. 

M. Proudhon, "değerli madenlerin durumlarını, onların ayrıcalıklı durumlarını belirleyen ekonomik nedeni hiçbir iktisatçı ne görmüş ne de anlamıştır" diyor. [I, 69.] 

Hiç kimsenin görmediği ve anlamadığı —kuşkusuz haklı nedenlerden ötürü— bu ekonomik nedeni, M. Proudhon görmüş, anlamış ve gelecek kuşaklara miras olarak bırakmıştır. 

Başka hiç kimsenin farkına varmadığı şey, bütün metalar arasında değerleri ilk oluşanların altın ve gümüş olduğudur. Ataerkil dönemde, altın ve gümüş hâlâ külçe olarak takas edilmekte ve değişilmekteydi. Ama daha o zamanlar bile bunlar, gözle görülür bir üstün olma eğilimi göstermişler ve önemli oranda tercih edilmişlerdir. Hükümdarlar bunları yavaş yavaş ele geçirmişler ve üstlerine mühürlerini vurmuşlardır: ve bu hükümdarca tasdikten, para, yani ticaretin hiçbir sarsıntısına aldırmayan, belirli bir oransal değeri koruyan ve bütün dönemlerde kendisini kabul ettiren par excellence[25] meta doğmuştur. ... Altın ve gümüşün ayırdedici niteliği, yineliyorum, madensel özellikleri, üretimlerindeki güçlükler ve, hepsinden önemlisi, devlet otoritesinin müdahalesi sayesinde bunların çok önceden meta olarak değişmezlik ve güvenirlilik kazanmış olmalarıdır. 

Bütün metalar arasında değerleri ilk oluşanların altın ve gümüş olduğunu söylemek, daha önce bütün olanlardan sonra, para durumuna ilk ulaşanların altın ve gümüş olduğunu söylemektir. M. Proudhon'un büyük ifşaatı, kendisinden önce kimsenin bulamadığı gerçek, işte budur. 

Eğer bu sözlerle, M. Proudhon, bütün metalar arasında üretim tarihleri en eski olanların altın ve gümüş olduğunu anlatmak istiyorsa, bu onun, okurlarını eğlendirmek için yaptığı varsayımlardan başka bir şey olmasa gerektir. Bu ataerkil bilgiçlik üzerinde ısrarla durmak istemiş olsaydık, ilk bilinen nesne olması gereken demir vb. gibi temel gereksinme nesnelerinin üretilmesine gereksinme duyulduğu zaman konusunda onu haberdar ederdik. Adam Smith'in klasik yayınını da kendisine bırakacağız.[a9] 

Ama bütün bunlardan sonra nasıl oluyor da M. Proudhon bir değerin oluşturulduğundan sözetmeyi sürdürebiliyor, çünkü bir değer asla kendi başına oluşturulmaz. Bir değer, yalnızca tek başına onu üretmek için gerekli zaman ile değil, ama aynı süre içinde yaratılabilecek her türden başka ürün miktarına ilişkin olarak da oluşturulur. Demek ki, altın ve gümüş değerlerinin oluşturulmaları, birkaç başka ürünün bundan daha önce oluşturulmuş bulunduklarını varsayar. 

Öyleyse altın ve gümüşte "oluşturulmuş değer" durumuna ulaşan meta değil, para durumuna ulaşan M. Proudhon'un "oluşturulmuş değer"idir. 

M. Proudhon'a göre değerin oluşma evresinden geçmiş oldukları için altın ve gümüşe öteki ürünlerden daha önce para durumuna yükselme üstünlüğü vermiş olan bu "ekonomik nedenler"i şimdi daha yakından inceleyelim. 

Bu ekonomik nedenler şunlardır: "gözle görülür bir üstün olma eğilimi", "ataerkil dönemde" bile "önemli oranda tercih edilme", ve gerçek olgu üzerine söylenmiş öteki gereksiz sözler — ki bunlar M. Proudhon'un olguyu açıklamak üzere işin içine soktuğu olayları çoğaltarak olguyu da çoğalttıklarından, güçlüğü artırmaktadırlar. M. Proudhon'un sözde ekonomik nedenleri bunlardan ibaret değildir. İşte mutlak, karşı konulmaz bir güç daha: 

Para, hükümdarca, tasdikten doğar: hükümdarlar altın ve gümüşü ele geçirirler ve onlara kendi mühürlerini vururlar. [I, 69.] 

Demek ki, hükümdarların kaprisleri, M. Proudhon'a göre, ekonomi politikte en yüce nedendir. 

Gerçekten de, bütün çağlarda ekonomik koşullara boyun eğenlerin hükümdarlar olduğunu ve onların ekonomik koşullara hiçbir zaman zorla yasa kabul ettiremediklerini bilmemesi için kişinin her çeşit tarihsel bilgiden yoksun bulunması gerekir. Yasalar, siyasal olsun, medeni olsun, ekonomik ilişkilerin iradelerini açığa vurmaktan, sözcüklerle ifade etmekten öteye bir şey yapmazlar. Altın ve gümüşe mühürünü vurarak onların değişimin evrensel öğeleri yapmak üzere eline geçiren hükümdar mı olmuştur? Yoksa değişimin bu evrensel öğeleri mi hükümdarı ele geçirmişler, onu kendilerine mühürünü vurmaya ve böylece kendilerine siyasal takdis vermeye zorlamışlardır? 

Paraya vurulmuş ve hâlâ da vurulmakta olan mühür, onun değerini değil, ağırlığını gösterir. M. Proudhon'un sözünü ettiği değişmezlik ve güvenilirlik, yalnızca para standardı için geçerlidir; ve bu standart, bir sikke parada ne kadar madenî madde olduğunu gösterir. "Bir gümüş markın[26] yaratılışından gelen bütün değeri", diyor Voltaire her zamanki sezgisiyle, "yarım poundun sekiz ons çekmesi gibi, bir mark gümüştür. Bu yaratılıştan gelen değeri oluşturan, yalnızca ağırlık ve standarttır." (Voltaire, Système de Law.)[27] Ama bir ons altın ya da gümüşün değeri ne kadardır sorusu gene de karşılıksız kalıyor. Grand Colbert mağazasından alınmış bir kaşmir, saf yündür etiketi taşısa bile, bu etiket size kaşmirin değerinin ne olduğunu söylemeyecektir. Yünün değeri ne kadardır sorusu gene yanıtsız kalacaktır. "Fransa kralı Philip I" diyor M. Proudhon "para yapımının tekeline sahip bulunduğundan, bir ürünün tekeline sahip her zanaatçının yaptığını yapabileceğini sanarak, Charlemagne'ın altın pounduna üçte-bir oranında maden alaşımı katıyor. Philip'in ve onu izleyenlerin bunca suçlanmalarına yolaçan paranın altın değerinin bu düşürülmesi olayı gerçekte neydi? Ticari uygulama açısından bu çok geçerli bir karardı, ama arz ve talebin değeri ayarlamaları gibi, ya yapay bir kıtlık yaratarak ya da imalatı tekelleştirerek şeylere biçilen değeri ve bunun sonucu da şeylerin değerini yükseltmenin mümkün olduğunu, ve bunun, tahıl, şarap, yağ ya da tütün için olduğu gibi, altın ve gümüş için de geçerli olduğunu sanmak çok sakat bir ekonomi bilimidir. Ama Philip'in parası gerçek değerine indirgenir indirgenmez bu hile açığa çıktı ve uyruklarından elde edeceğini sandığı kazanç tutarında kendisi zarara uğradı. Buna benzer her girişimin sonucu hep aynı olmuştur." [I, 70-71.] 

Sayısız kez kanıtlanmıştır ki, eğer bir prens paranın altın değerini düşürmeyi kafasına korsa, bundan zararlı çıkacak olan kendisidir. Parayı ilk çıkarışında bir kez kazandığını, kalp paranın vergi vb. biçiminde kendisine her geri gelişinde kaybeder. Ama Philip ve ardılları, kendilerini bu kayba karşı azçok koruyabilmişlerdir, altın değeri düşürülmüş para bir kez dolaşıma sokulunca, paranın derhal gene eski ayar üzerinden kesimi için emir vermişlerdir. 

Bunun yanında, eğer Philip I, gerçekten M. Proudhon gibi düşünmüş olsaydı, "ticari açıdan" hiç de iyi etmiş olmayacaktı. Bunların değeri arz ile talep arasındaki ilişki tarafından belirleniyor diye, altının ve öteki bütün metaların değerlerini değiştirebileceğini sanmakla, ne Philip I ve ne de M. Proudhon, ortaya herhangi bir ticari deha koymuş olmuyorlar. 

Eğer kral Philip bir ölçek buğdayın bundan böyle iki ölçek buğday olarak adlandırılacağını ilan etseydi, bir dolandırıcı olmuş olurdu. Bütün rantiyeleri, yüz ölçek buğday almış olan bütün insanları aldatmış olurdu. Bütün bu insanların yüz yerine, elli almalarına neden olurdu. Kralın yüz ölçek buğday borcu olduğunu varsayın; bu durumda yalnızca elli ölçek vermek zorunda olacaktı. Ama bu tür bir yüz ölçek, ticarette zaten asla elli ölçekten fazla etmeyecekti ki. Adını değiştirmekle, şeyin kendisini değiştirmiş olmayız. İster arz edilen olsun, ister talep edilen, buğday miktarı, yalnızca bu ad değiştirmeyle ne azaltılmış, ne de çoğaltılmış olacaktır. Böylece, bu ad değiştirmeye karşın, arz ile talep arasındaki ilişki aynen kalacağından, buğdayın fiyatı hiçbir gerçek değişikliğe uğramayacaktır. Şeylerin arz ve taleplerinden sözettiğimizde, şeylerin adlarının arz ve talebinden sözediyor olmayız. M. Proudhon'un dediği gibi, Philip I bir altın ve gümüş yapımcısı değil, sikkeler için ad yapan bir kişiydi. Elinizdeki Fransız kaşmirlerini Asya kaşmirleri diye satarak bir ya da iki alıcıyı kandırabilirsiniz; ama hile bir kez açığa çıktı mı, o sözümona Asya kaşmirlerinizin fiyatı, Fransız kaşmirlerinin fiyatına düşecektir. Altın ve gümüşe sahte bir etiket koyduğunda, kral Philip, insanları bu hile açığa çıkmadığı sürece kandırabilmişti. Herhangi bir başka bakkal gibi, o da, müşterilerini elindeki mallar konusunda yalan beyanda bulunarak, aldatmıştı ki, bu uzun süremezdi. Er ya da geç o da ticaret kurallarının darbesini yemeye mahkûmdu. M. Proudhon'un kanıtlamak istediği şey bu mudur? Hayır. Ona göre para değerini ticaretten değil, hükümdardan alır. Ve bununla o, gerçekte neyi kanıtlamıştır? Ticaretin hükümdardan daha hükümdar olduğunu. Bırakın hükümdar bir markın gelecekte iki mark edeceğini ilan ededursun, ticaret, bu iki markın daha önce bir mark ne ediyorsa ondan daha fazla etmediğini söyleyip duracaktır. 

Ama değerin emek miktarı ile belirlenmesi sorunu, bütün bunlara karşın, bir adım olsun ileriye götürülmüş olmuyor. (Bir zamanlar bir mark olan) bu iki markın, üretim maliyetiyle mi, yoksa arz ve talep yasasıyla mı belirlendiği sorusu hâlâ yanıt bekliyor. 

M. Proudhon devam ediyor: "Şu da akılda tutulmalıdır ki, paranın değerini düşürme yerine kralın gücü onun hacmini iki katma çıkarmaya yetseydi, altın ve gümüşün değeri, her zaman oran ve denge nedenleri yüzünden, derhal yarı yarıya düşerdi." [I, 71.] 

M. Proudhon'un başka iktisatçılarla paylaştığı bu görüş geçerliyse eğer, bu, hiçbir biçimde M. Proudhon'un orantılılığından yana değil, öteki iktisatçıların arz ve talep öğretilerinden yanadır. Çünkü iki katma çıkarılmış altın ve gümüş hacmi içinde cisimleşmiş emek miktarı ne olursa olsun, talebin aynı kalıp arzın iki katına çıkması üzerine altın ve gümüş değeri yarı yarıya düşmüş olur. Ama "orantılılık yasası" bu kez de kazara, hani o kadar horgörülen arz ve talep yasası ile karıştırılmış olmasın sakın? Aslında M. Proudhon'un bu gerçek oranı o denli esnek, o denli çok sayıda dönüşüm, bileşim ve değişimlerde bulunma yeteneğine sahip ki, bunun bir kezcik olsun arz ile talep arasındaki ilişki ile çakışmış olması pekâlâ mümkündür. 

Her metaı, altın ve gümüşün oynadıkları rol temeli üzerinde "uygulamada olmasa bile, hiç değilse hukuken değişim içinde geçerli" kılmak, bu rolü ters anlamak demektir. Altın ve gümüş, ancak uygulamada geçerli olduklarından ötürüdür ki, hukuken de geçerlidirler; ve bugünkü üretim örgütü bir evrensel değişim aracına gereksinme duyduğundan ötürüdür ki, uygulamada geçerlidirler. Hukuk, olgunun resmen tanınmasından ibarettir. 

Gördük ki, M. Proudhon'un oluşumunu tamamlamış değerin bir uygulaması olarak para örneğini seçmiş olması, o kendi değişilebilirlik öğretisinin tümünü yutturabilmek içindir; yani kendi üretim maliyeti ile değerlendirilen her metaın para olma durumuna ulaşması gerektiğini kanıtlayabilmek içindir. Bütün metalar arasında yalnızca altın ve gümüşün para olarak kendi üretim maliyetleri ile belirlenmedikleri münasebetsiz olgusu bulunmasaydı, bütün bunlar pek yerinde olacaktı; ve bu olgu o denli gerçekti ki, altın ve gümüşün yerini dolaşım içinde kâğıt alabilir. Dolaşım gereksinmeleri ile ister kâğıt, ister altın, ister platin ya da bakır olsun, çıkartılan para miktarı arasında gözlemlenen belirli bir oran olduğu sürece, paranın nominal değeri ile yaratılışından gelen değeri (üretim maliyeti) arasında gözlemlenecek bir orandan sözedilemez. Uluslararası ticarette para, kuşkusuz, herhangi bir başka meta gibi, emek-zamanı ile belirlenir. Ama şurası da bir gerçektir ki, uluslararası ticarette altın ve gümüş, para olarak değil, ürün olarak değişim araçlarıdırlar. Başka bir deyişle, bunlar, M. Poudhon'a göre, kendilerine özgü nitelikleri olan o "değişmezlik ve güvenilirlik", "hükümdarlık takdisi" niteliklerini yitirirler. Ricardo bu gerçeği o denli iyi anlamıştır ki, bütün sistemini emek-zamanı ile belirlenen değer üzerine oturttuktan ve "Altın ve gümüş, öteki bütün metalar gibi, yalnızca onları üretmek ve piyasaya getirmek için gerekli emek miktarı oranında değerlidirler" dedikten sonra, bununla birlikte para değerinin, onu oluşturan maddede cisimleşmiş emek-zamanı ile değil, yalnızca arz ve talep yasası ile belirlendiğini ekliyor. "Her ne kadar [kâğıt para] yaratılışından gelen bir değere sahip değilse de, miktarı sınırlandırıldığında, değişimdeki değeri eşit nitelikteki bir sikkenin, ya da o sikkenin içindeki külçe altının değeri kadar büyük olur. Aynı ilkeye göre, yani miktarın sınırlandırılmasıyla içindeki altın miktarı düşürülmüş bir sikke, eğer yasal ağırlıkta ve incelikteyse, gerçekte içerdiği maden miktarı değeri ile değil, taşıması gereken değer ile dolaşımda bulunur. Buna uygun olarak İngiliz para tarihinde görüyoruz ki, paranın değeri hiçbir zaman içindeki altın miktarındaki düşüş oranında düşürülmemiştir; bunun nedeni, para miktarının hiçbir zaman yaratılışından gelen değerindeki düşüş oranında artırılmamış olmasıdır." (Ricardo, aynı yapıt [s. 206-207].) 

Ricardo'nun yapıtının bu sayfasında J. B. Say şu gözlemde bulunuyor. 

Bütün değerlerin temelinin, bir meta meydana getirmek için gerekli-emek miktarı değil, o metaya duyulan ve metaın kıtlığı ile dengelenen gereksinme olduğuna bu yazarı inandırmak için bu örnek sanırım yeterli olacaktır.[28] 

Demek ki, Ricardo için artık emek-zamanı ile belirlenen bir değer olmayan ve J. B. Say'nin, bundan ötürü, öteki değerlerin de emek-zamanı ile belirlenemeyeceklerine Ricardo'yu inandırmak için örnek olarak aldığı para, J. B. Say tarafından yalnızca arz ve talep ile belirlenen bir değere örnek diye alınan bu para, diyorum, M. Proudhon'a göre emek-zamanı ile oluşturulan değerin uygulanmasının par excellence örneği olmaktadır. 

Bu konudaki sözlerimizi sonuçlandıralım: para, emek-zamanı tarafından "oluşturulan" bir değer değilse eğer, bunun M. Proudhon'un gerçek "oranı" ile de ortak hiçbir yanı yoktur. Değişimin evrensel öğeleri olarak hizmet görme özel işlevine sahip olduklarından ötürü, altın ve gümüş her zaman değişebilirler; yoksa asla zenginliğin toplam tutarına orantılı bir miktarda varolduklarından ötürü değil; ya da, daha iyi bir biçimde söylemek gerekirse, altın ve gümüş her zaman orantılıdırlar, çünkü bütün metalar arasında yalnız bunlar, toplam zenginlik tutarına ilişkin miktarları ne olursa olsun, para olarak değişimin evrensel öğeleri olarak hizmet ederler. "Bir dolaşım, hiçbir zaman, taşacak kadar bol olamaz; çünkü değerini azaltmakla miktarını aynı oranda artırmış ve değerini artırmakla da miktarını aynı oranda azaltmış olursunuz." (Ricardo, [II, 205].) 

Bu ekonomi politik ne karışık imiş! diye haykırıyor M. Proudhon . [I, 72.] 

 'Lanetlenmiş altın!' diye küstahça bağırıyor bir komünist (M. Proudhon'un ağzından). "Pekâlâ şöyle de diyebilirsiniz: lanetlenmiş buğday, lanetlenmiş bağlar, lanetlenmiş koyunlar! — çünkü tıpkı altın ve gümüş gibi, her ticari değer, tamı tamına kesin belirlenmesine kavuşmalıdır". [I, 73.] 

Koyunları ve bağları para durumuna getirme düşüncesi yeni değildir. Fransa'da bu düşünce Louis XIV dönemine aittir. O dönemde para, yenilmez gücünü kabul ettirmeye başladığından, bütün öteki metaların değer yitirmesinden yakınılmakta ve "her ticari değer"in tamı tamına kesin olarak belirleneceği, yani para olma durumuna ulaşacağı anın gelmesi sabırsızlıkla beklenmekteydi. Fransız iktisatçılarının en eskilerinden Boisguillebert'in yazılarında bile şu satırlarla karşılaşıyoruz: "O zaman geldiğinde para, sayısız rakibinin gerçek değerlerine yeniden kavuşmuş metalar biçiminde ortaya çıkmakla, yine doğal sınırları içine itilecektir." (Economistes financiers du XVIIIe siècle, Daire baskısı, s. 422.) 

Görülüyor ki, burjuvazinin ilk kuruntuları aynı zamanda onun son kuruntularıdır da. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.